Doç. Dr. @ Manisa Celal Bayar University
Bilgisayar Müh. (Lisans) @ İTÜ & Elektrik Elektronik Müh. (Yüksek Lisans) @ DPÜ & Bilgisayar Müh. (Doktora) @ DEU & YBS (Doçent) @ ÜAK
http://omeraydin.izmirakademi.org/
http://dromeraydin.blogspot.com/
28 Mayıs 2014 Çarşamba
Kur’ân-ı Kerîmde ve Hadîs-i Şerîflerde Sarîh ve Açık Bildirilmemiş Bulunan Ahkâmı ve Mes’eleleri Kim Yorumlayabilir ?
OTİZM, Ancak bu kadar güzel anlatılır
27 Mayıs 2014 Salı
Sağlıklı Olmak için Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Şeyler
- Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
- Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
- Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
- Bol taze sebze ve meyve yiyin.
- Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği,mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
- Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
- Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
- Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse mandıra sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
- Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
- Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
- Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).
- Stresten uzak durun.
- İyi uyuyun.
- Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
- D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
- Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!
- Aşırı alkol kullanmayın.
- İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
- Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
- Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!
- Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
- Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
Sabah Namazı ve İnsanın Şeytan ve Nefsi ile İmtihanı
Şeytanın insana attığı 3 düğüm ve Efendimiz’in kurtuluş tavsiyesi
Sabah namazı en çok kaçırılan namazlardan biridir. İnsan uykusunun esiri olur, yataktan kalkamaz. Halbuki sabah namazının hazırlıkları ta akşamdan başlamalı, tedbirler yatmadan önce alınmalıdır.
Belki de en çok kaçırılan namazdır sabah namazı. Bir türlü uyanamaz insan, sanki gözkapaklarının üzerinde tonlarca yük varmış gibi. “Biraz sonra uyanırım.” diyerek vakti geçer de namazın, şeytan yapışmıştır insanın ensesine, izin vermez bir türlü uyanmasına.
Peygamber Efendimiz (sas), bu konudaki sıkıntısını görmüş olmalı ki bakın neler emrediyor biz ümmetine: “Biriniz uyuyunca şeytan ensesine üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düğüm attığı yere eliyle vurarak, ‘üzerine uzun bir gece olsun, yat’ dileğinde bulunur. İnsan uyanır ve Allah’ı zikrederse, bir düğüm çözülür, abdest alırsa ikinci düğüm çözülür ve bir de namaz kılarsa bütün düğümler çözülmüş olur. Böylece kul canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi halde böyle yapmazsa, habis ruhlu, içi kararmış ve uyuşuk bir halde sabaha erer.” (Buhari, Teheccüd, 12)
Büyüklerimiz, şeytanın insana gafleti, necaseti ve tembelliği sevdirmek için elinden geleni yaptığını, buna karşılık Efendimiz’in (sas) de zikirle gafleti, abdestle necaseti ve namazla da tembellik düğümlerini çözebileceğini müjdelediğini belirtirler.
Dikkat edilmesi gereken çok önemli üç husus var hadiste. Birincisi, şeytanın insana, (ister mecazi olarak kabul edin, ister gerçek) namaza kalkmaması için yatarken üç düğüm attığı. İkincisi, insan namaza kalkmak için gözünü açtığı ilk anda Allah’ı zikretmeyi unutmaması. Üçüncüsü ise insanın, canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha ermesinin hissedilmesi.
Şeytan acizdir aslında; mertçe çıkmaz insanın karşısına, sinsi planlar kurar hep. Fakat bu planlara karşı inananların da ‘uyanık’ olması gerekir. Hadisin de emir buyurduğu gibi, sabah veya teheccüd vaktinde saatiniz çaldığı veya gözünüzü açtığınız ilk anda kalkın ve Kelime-i Tevhid okumayı zinhar unutmayın. Sonra hemen abdest alın ve huşu içinde namazınızı kılın. Böylece hem sabaha canlı ve hoş bir ruh haliyle ulaşın ve gününüz huzurlu geçsin hem Allah ve Rasulü’nü sevindirin hem de şeytanı da kahredin… Öyleyse var mısınız? Şeytanın üç düğümüne karşı bizler de ona üç düğüm atalım... Haydi öyleyse bugünden başlayın…
Mimar Sinan'dan 400 yıl Sonrasına Mektup
Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.
Kalıbı yaptık.
Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.
Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:
"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."
Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşaasını anlatıyordu.
Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.
Her Türlü Ayrımcılığa Karşı Çok Anlamlı Bir Olay
"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı.
Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi. Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı.
Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.
Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına: "Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."
Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı.
Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek: "Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."
Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.
O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi: "İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar"
'Antibiyotik sonrası çağı yaşıyoruz'
Sağlık Bakanlığı Hastane Enfeksiyonları Bilimsel Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Recep Öztürk, antibiyotik çağı sonrası döneminin yaşandığını belirterek, "Türkiye kendi sınıfında en çok antibiyotik kullanan ülke konumunda" dedi. Direnci kıyasladığımızda bu durum, Türkiye’yi ortak olduğumuz diğer ülkelere göre çok daha yukarıya taşıyor. Sonuç, hastaları tedavi edemiyoruz" diye konuştu. Prof. Dr. Recep Öztürk, antibiyotiklerin hem tıpta hem de veterinerlikte yaygın kullanıldığını söyledi.
TAM ETKİLİ ANTİBİYOTİK ARTIK YOK
2013’te Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi’nin ABD için ’Antibiyotik Direnci Tehdidi’ adlı rapor hazırladığını, Dünya Sağlık Örgütü’nün üye ülkelerden veriler elde ederek ’Küresel Direnç Felaketi’ ifadesini kullanarak, Mayıs ayında, bir rapor yayımladığını anlatan Prof. Dr. Recep Öztürk, "Antibiyotikleri kaybediyoruz. Mikroorganizmalar hastalık yapmaya devam ediyor ama elimizde etkili çok az antibiyotik kaldı. Tam etkili antibiyotik artık yok" diye konuştu. Bu durumun artık ’antibiyotik çağı sonrası’ olarak ifadesini bulduğunu aktaran Prof. Dr. Öztürk, antibiyotiklere karşı oluşan direnç nedeniyle ilaç firmalarının da bu konuda Ar-Ge çalışmalarını azalttığını söyledi.
HER VAKAYA ANTİBİYOTİK VERİLMEZ
Antibiyotiklere karşı direnç oluşmasında en önemli nedenin gereksiz kullanım olduğunu belirten Prof. Dr. Öztürk, bugün çocuklarda boğaz iltihabının yüzde 35’i, erişkinlerde ise aynı hastalığın yüzde 15’i antibiyotik tedavisine gereksinim duyarken, bu yöndeki her vakaya antibiyotik verildiğini dile getirdi. Bu noktada hasta ve hasta yakınlarının da hekim üzerinde antibiyotik yazması için baskı oluşturduğunu anlatan Prof. Dr. Recep Öztürk, "Yaz geliyor, ishalli hastalıklar doğal olarak artacak. İshalli olgularda yüzde 10- 15 antibiyotik verebilirsiniz. Onun dışındaki olgular kesinlikle antibiyotik vermeyi gerektirmez ama çok daha yaygın oranda antibiyotik kullanılıyor" diye konuştu.
TÜRKİYE KENDİ SINIFINDA LİDER
Türkiye’nin kendi sınıfında en çok antibiyotik kullanan ülke olduğunu belirten Prof. Dr. Recep Öztürk, şunları söyledi:
"Direnci kıyasladığımızda bu durum, Türkiye’yi ortak olduğumuz diğer ülkelere göre çok daha yukarıya taşıyor. Bunun sonucu hastaları tedavi edemiyoruz. Çok daha fazla harcama yapmak, antibiyotikleri birleştirmek zorunda kalıyoruz. Bu durum da hastalara zarar veriyor, toksik etkilere maruz bırakıyor."
Prof. Dr. Öztürk, gereksiz antibiyotik kullanılmasının önüne geçilmesi için toplumun bilinçlendirilmesinin ve eczanelerde reçetesiz antibiyotik satışının yapılmamasının alınabilecek en önemli tedbirler olduğunu aktardı.
Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/saglik-yasam/26487750.asp16 Mayıs 2014 Cuma
DNA testi nasıl yapılır?
Genom Projesi kapsamında başlatılan insan DNA yapısının çözülmesine yönelik araştırmalar sonucu, günümüzde her insanın DNA dizilerinin %99,9 oranında aynı olduğu kesin olarak belirlenmiştir. Her ne kadar tüm insanların DNA dizileri %99,9 oranında birbirine tıpatıp benzese de, hala her insanda farklı olduğu saptanabilecek kadar DNA kodu bulunmaktadır. Bu %0,1′lik kısım her insanda farklı bir şekilde kodlandığından, DNA testi ile bu bölgeye bakılarak kişinin kimliği tespit edilebilir. Mikro Biyoloji biliminde “Değişken Sayılı Bitişik Tekrar” olarak adlandırılan bu DNA dizilimi farklılığı, tüm genom dizilimde belirli oranlarda dizilerle aynı şekilde tekrarlanır.
Kişinin anne ve babası gibi yakın akrabalarında DNA dizilimlerinde büyük oranda benzerlik olduğundan, DNA testi genomdaki bu dizilime bakarak, kişinin biyolojik anne babasının kim olduğunu söyleyebilir. Değişken Sayılı Bitişik Tekrar dizilimi yakın akraba olmayanlarda da benzer şekilde görülebilse de, bu oran %1′den dahi daha az olarak tanımlanmaktadır. Böylece DNA dizilimindeki benzerlikten yola çıkarak oldukça büyük bir oranda doğru kimlik belirlemesi yapılabilir ve böylece farklı durumlara kesin çözümler üretilebilir. 1985 yılında Alec Jeffreys tarafından fark edilen bu DNA dizilim benzerliği, bu zamandan sonra kısa süre içerisinde tüm dünyada uygulanmış ve günümüzde adli davalarda kimlik belirleme konusunda bir delil olarak kabul edilmektedir.
DNA testi ilk olarak ilgili kişiden bir DNA örneği alınmasıyla başlar ve işleme de Referans Örnek alınması denir. Birçok ülkede cinayet davalarında kurbanın vücudunda ya da eşyalarında bulunan kan örneklerinden elde edilen DNA, davalıdan alınan Referans Örneği ile karşılaştırılarak kişinin suçu işleyip işlemediği ispat edilmeye çalışılır. Referans Örnek ayrıca babalık davalarında da yaygın bir şekilde kullanılmaya başlamıştır.
Kaynak : http://www.merakname.com/dna-testi-nasil-yapilir/
6 Mayıs 2014 Salı
Researchers crack the world’s toughest encryption by listening to the tiny sounds made by your computer’s CPU
Security researchers have successfully broken one of the most secure encryption algorithms, 4096-bit RSA, by listening – yes, with a microphone — to a computer as it decrypts some encrypted data. The attack is fairly simple and can be carried out with rudimentary hardware. The repercussions for the average computer user are minimal, but if you’re a secret agent, power user, or some other kind of encryption-using miscreant, you may want to reach for the Rammstein when decrypting your data.
This acoustic cryptanalysis, carried out by Daniel Genkin, Adi Shamir (who co-invented RSA), and Eran Tromer, uses what’s known as a side channel attack. A side channel is an attack vector that is non-direct and unconventional, and thus hasn’t been properly secured. For example, your pass code prevents me from directly attacking your phone — but if I could work out your pass code by looking at the greasy smudges on your screen, that would be a side channel attack. In this case, the security researchers listen to the high-pitched (10 to 150 KHz) sounds produced by your computer as it decrypts data.
This might sound crazy, but with the right hardware it’s actually not that hard. For a start, if you know exactly what frequency to listen out for, you can use low- and high-pass filters to ensure that you only have the sounds that emanate from your PC while the CPU decrypts data. (In case you were wondering, the acoustic signal is actually generated by the CPU’s voltage regulator, as it tries to maintain a constant voltage during wildly varied and bursty loads). Then, once you have the signal, it’s time for the hard bit: Actually making sense of it.
Without going into too much detail, the researchers focused on a very specific encryption implementation: The GnuPG (an open/free version of PGP) 1.x implementation of the RSA cryptosystem. With some very clever cryptanalysis, the researchers were able to listen for telltale signs that the CPU was decrypting some data, and then listening to the following stream of sounds to divine the decryption key. The same attack would not work on different cryptosystems or different encryption software — they’d have to start back at the beginning and work out all of the tell-tale sounds from scratch.
The researchers successfully extracted decryption keys over a distance of four meters (13 feet) with a high-quality parabolic microphone. Perhaps more intriguingly, though, they also managed to pull of this attack with a smartphone placed 30 centimeters (12 inches) away from the target laptop. The researchers performed the attack on different laptops and desktops, with varying levels of success. For what it’s worth, the same kind of electrical data can also be divined from many other sources — the power socket on the wall, the remote end of an Ethernet cable, or merely by touching the computer (while measuring your body’s potential relative to the room’s ground potential).
In terms of real-world repercussions, acoustic cryptanalysis is actually surprisingly dangerous. Imagine if you were decrypting some files in a library, coffee shop, or other public space — someone could obtain your decryption key just by placing their phone near your computer. Alternatively, an attacker could use spear phishing to put malware on your phone that listens for the decryption key. With HTML5 and Flash able to access the microphone, it would be possible to build a website that listens for encryption keys too. The researchers propose one particularly nefarious scenario: Put a microphone into a co-located server, slot it into a rack in a data center, and then scoop up the encryption keys from hundreds of nearby servers.
If you want to keep your data secure, you only really have two viable options: Heavy-duty encryption, physical security, and ideally both at the same time. If an attacker can’t get physically close to your data, it instantly becomes much harder to steal it. As far as mitigating acoustic cryptanalysis attacks, you either implement physical security — keep your laptop in a sound-tight box, or never let anyone near your computer when you’re decrypting data — or you need to use a “sufficiently strong wide-band noise source.” Something like a swooping, large-orchestra classical concerto would probably do it.
Research paper: RSA Key Extraction via Low-Bandwidth Acoustic Cryptanalysis [PDF]
5 Mayıs 2014 Pazartesi
Dünyanın en büyük "güneş tarlası" Konya'da kuruluyor
REYSAŞ Lojistik tarafından Torbalı ilçesindeki depolarının çatısı üzerinde kurulan ve 840 kilowatt üretim kapasitesiyle Türkiye'nin en büyük "çatı üzeri fotovoltaik enerji santrali", Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın da katıldığı törenle hizmete girdi.
Yıldız, törende yaptığı konuşmada, yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesine ve çevrenin korunmasına büyük önem verdiklerini ifade etti.
REYSAŞ'ın yaptığı gibi 1 megawattın altında üretim kapasitesi olan ve lisans gerektirmeyen 313 başvuru bulunduğunu, bunların sayısının giderek artacağını belirten Yıldız, enerji yatırımlarında sürdürülebilirliğin de önem taşıdığına işaret etti.
Yıldız, kurulu güneş enerjisi gücü 38 bin megawatt olan Almanya ile Türkiye arasında yapılan kıyaslamaların da bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Bu yaptığınız bir işin bir üretici şapkası var bir de tüketici şapkası. Bunun beraber olduğunu düşünün, yani siz bir yandan elektrik kullanıyorsunuz, elektrik fiyatlarının pahalı olmaması lazım, bir yandan elektrik üretiyorsunuz fiyatlarınızın ucuz olmaması lazım. Bu bir paradokstur. Türkiye'deki enerji politikaları, stratejileri o paradoksu, vatandaşımız için sürekli pahalı olarak anılan ama üreticimiz için daima ucuz olarak anılan bu yapıyı hamdolsun çözdü."
ALMANYA'NIN YAPTIĞI SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL
Almanya'nın güneş enerjisinde bu kadar kurulu gücü ayakta tutabilmek için her yıl 17 milyar avro sübvansiyon uyguladığını ama bunun sürdürülebilir olmadığını dile getiren Yıldız, "Bizim böyle bir para verme durumumuz olmaz. 17 milyar avro dediğiniz, 50 milyar lira civarında bir rakam. Biz bırakın kendisini, onda birini, yüzde birini bile ayırmıyoruz, ayıramayız. Önemli bir şey söyleyeyim, İspanya, Portekiz ve Almanya'da bu tür sübvansiyon politikalarını geri çekme kararı aldı çünkü bunlar sürdürülebilir şeyler değil. Bizim buraya yaptığımız ve finanse ettiğimiz yapı, sürdürülebilir olan yapıdır hem üretici için hem de devlet politikaları için" diye konuştu.
HEDEF 600 MEGAWATT
Bakan Yıldız, yenilenebilir enerji yatırımlarını bu anlayış ve sağlam bir altyapıyla dünyaya model olacak şekilde kurguladıklarına değinerek, şöyle devam etti:
"Güneşte hedefimiz, ilk anda 600 megawatt civarında. Bu 600 megawatt için tam 15 katı, yaklaşık 9 bin megawattlık müracaat geldi ve 12 Mayıs'ta da ilk ihalemize başlıyoruz ve güneş enerjisiyle alakalı bunu mutlaka yaygınlaştıracağız. Altyapısını sağlam kurmadan, yalnızca üreticiye para vererek bu işler olmuyor çünkü bizim verdiğimiz para, vatandaşımızın parası. Yani o sübvansiyon rakamlarını çok iyi kurgulamamız lazım. Biz şu anda ürettiği politikalarla yaklaşık 10-12 ülkeye başbakanlık seviyesinde danışmanlık veren bir ülke haline geldik. Genel müdürlerimizin geçici görevle her ay 10 günlüğüne, bir haftalığına dışarı giden ve o ülkenin enerjisiyle alakalı modelinin oluşmasına yardımcı olan bir yapımız var. Bu son derece önemli. O yüzden ben Türkiye'de yapılan bütün bu işlemlerde, inşallah doğruyu gördüğümüzü ve mutlaka bu çerçeveyi daha da genişleteceğimizi söylüyorum."
KONYA'DA DÜNYANIN EN BÜYÜK "GÜNEŞ TARLASI" KURULACAK
Güneş enerjisi potansiyelinin değerlendirilmesi için çok büyük projelere de sahip olduklarını vurgulayan Yıldız, bu kapsamda Konya Karapınar'da 3 bin megawatt güce sahip dünyanın en büyük güneş enerjisi santralinin kurulacağını bildirdi.
Yıldız, bu projeyle dünyanın bu alandaki en büyük firmalarının talepte bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:
"Konya Karapınar'da 3 bin megawattlık bir tesis kuruyoruz. Bu dünyanın en büyük güneş tarlası olacak. Bu 60 bin dönümlük yerde, hani nasıl denize baktığınızda ufuk çizgisinde, denizle hava birleşir, bizzat gidip yerinde gördüm karayla havanın birleştiği dümdüz bir arazi düşünün ve tarıma müsait değil. Yarım metre altında kireç var. Burada dünyanın en büyük güneş tarlası için talepkar olan dünya devlerinden firmalar var. Buranın altyapısını TEİAŞ ile gerçekleştiriyoruz ve burada 3 bin megawatlık bir güneş tarlası kurma imkanımız hamdolsun olacak. Bu yalnız Türkiye'nin, bölgenin değil, aynı zamanda dünyanın en büyük güneşle alakalı projesi olacak. Çok iddialı bir proje ama bunu yapabilecek kabiliyete sahip olduğumuzu gördüm."