Doç. Dr. @ Manisa Celal Bayar University
Bilgisayar Müh. (Lisans) @ İTÜ & Elektrik Elektronik Müh. (Yüksek Lisans) @ DPÜ & Bilgisayar Müh. (Doktora) @ DEU & YBS (Doçent) @ ÜAK
http://omeraydin.izmirakademi.org/
http://dromeraydin.blogspot.com/
Genel / Manevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel / Manevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Ekim 2018 Çarşamba
5 Kasım 2017 Pazar
İzmir Selçuk İlçesi İsa bey camiisi imamı çok değerli İbrahim Taşdemir'in, evli ve 1 çocuk babası gencecik evladı Özel Harekat polisi Ahmet Alp Taşdemir'in şehadeti
Birkaç ay önce bir Akşam namazında tanıştığım İzmir Selçuk İlçesi İsa
bey camiisi imamı çok değerli İbrahim Taşdemir'in, evli ve 1 çocuk
babası gencecik evladı Özel Harekat polisi Ahmet Alp Taşdemir’in
Diyarbakır'da terör örgütü PKK’ya yönelik hücre evine yapılan
operasyonda şehit olduğunu çok büyük üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum.
Allah kendisine ve tüm şehitlerimize rahmet eylesin. Ailesinin ve
milletimizin başı sağolsun. Allah sabır versin. Söyleyecek bir sözümüz
yok en güzel sözleri kendisi aşağıdaki video da söylemiş.
6 Eylül 2017 Çarşamba
Allah'ın en sevdiği amel az da olsa sürekli, devamlı olanıdır!
“Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır.”Hz. Âlkame şöyle demiş: Müminlerin annesi Hz. Âişe'ye sordum; "Resûlüllah’ın günlerden birine özel yaptığı bir şey var mıydı?” Âişe, şu cevâbı verdi:
“Hayır! Onun ameli devamlıydı. Resûlüllah’ın yaptığı şeylere hanginiz güç yetirebilir ki.”Başka bir rivayette Peygamber Efendimiz (asm):
“Allah Teâlâ'ya amellerin en makbulü, az da olsa en devâmlısıdır.” demiştir.Aşağıda verilen videoyu bu kapsamda izleminizi tavsiye ederim. İster azmin eseri deyin, isterseniz ibret alıp az da olsa devamlı yapılan şeylerin ne sonuçlar üreteceğini düşünün.
27 Nisan 2017 Perşembe
15 Haziran 2016 Çarşamba
Yasin Pişgin Hoca'dan, Kabir Azabını inkar eden Mehmet Okuyan'a Sağlam Bir Reddiye...
Şimdi diyor ki;
"Kur'an'da kabir azabını ima eden bir ayet yok..."
"Kur'an'da kabir azabını ima eden bir ayet yok..."
Haydi sünnetteki meşhur pek çok rivayeti bir kenara bırakalım da
tam da onun dediği gibi Kur'an penceresinden kabir azabına bakalım...
Öncelikle ifade etmem gerekir; "kabir hayatı" (ya da kabir azabı ve mükâfatı) simge bir kavramdır. bu kavram; bir kabri olsun olmasın, kabrinde çürümüş bulunsun ya da bulunmasın insanın ölümünden, kıyamet için dirileceği zamana kadarki metafizik hayatını ifade eder. yani öldün mü geriye dönemezsin. dünya yaşamı ile senin ruhun arasında artık aşılması imkânsız bir perde var demektir. bu perdenin adı "berzah"tır. bu perdenin ardındaki hayat ise kıyametle başlayacak ahiret hayatından başka bir şey olup "berzah âlemi" diye isimlendirilir. ayetle sabit inanmazsan/inanırsan bak...
"Nihayet onlardan birine ölüm gelince, "Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım" der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır."
Diyor ki; "berzah hayatı diye bir şey yok."
ama ayet "var" diyor. üstelik ayet; Allah'ın, berzahta bulunan ve dünyaya geri dönmek isteyen bir insanla konuştuğunu bize haber veriyor.yani adam ölmüş, ama şuuru, muhasebesi, temennileri halen dipdiri. Allah'a yalvarıyor; "ne olur Allah'ım beni geri döndür" diye.
Hadisleri şimdilik bir kenara bırakalım desem de bir hadise atıf yapmadan geçemeyeceğim. bu bahsettiğim berzah hayatı ya cennet bahçelerinden bir bahçedir; ya da cehennem çukurlarından bir çukur. böyle buyuruyor efendimiz...
Her ne kadar biz hissedemesek de şehitler diridirler ve Allah'ın katında rızıklandırılırlar (Âl-i İmrân, 3/129). yani sen bir şehide "ölü" dediğin an, yani şu an o, diri ve nimetlendiriliyor... işte cennet bahçelerinden bir bahçe...
Allah buyuruyor ki; Firavunu ve ailesini çok kötü bir azap kuşattı (Mü'min, 40/46). nedir bu kötü azap???
şimdi Allah'a kulak ver: "(O azap öyle bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun" denilecektir" (Mü'min, 40/47). işte cehennem çukurlarından bir çukur...
Şimdi azizim!
ayette iki azaptan bahsediliyor: birincisi; kıyametin kopuşundan önce firavun ve avanesinin sabah akşam maruz kaldıkları azap... işte bu bildiğimiz ve itikat ettiğimiz kabir azabı...
ayetin ikinci cümlesi ise ayette " اَشَدَّ الْعَذَابِ" "en şiddetli azap" olarak ifade edilen cehennem azabı. o, zaten malum...
şimdi elini vicdanına koy da karar ver...
Kur'an'a göre kabirde bir sevap, bir azap ve bir hayat nasıl oluyor da olmuyor???
el-insaf...
Şimdi mesele "basit bir kabir azabı inkarı" meselesi değil. mesele bir çırpıda; Kur'an, sünnet ve sebîlu'l-mü'minîn potasında vücut bulan on dört asırlık birikimi alaşağı edip yok saymak. mesele yeni bir din restorasyonu...
Acı olan ise konuyla ilgili ayetlere eklektik, parçacı, samimiyetsiz ve bütünsellikten uzak bir şekilde yaklaşmak ve milletin gözünün içine baka baka asırların akidesini inkar etmek...
Vâkıa suresinin son sayfasında Aziz ve Celil olan Allah; can gelip de boğaza dayandığı zaman, ölünün yakınlarının bakıp kalacağını, o an kendisinin (ve ruh kabzeden meleklerin) ölüye, dostlarından daha yakın olacağını ifade ediyor (Vâkıa, 56/83-88) ve üç ölüm şeklinden bahsediyor:
bunların ilki; فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ "Eğer (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır" (Vâkıa 56/88-89). Ayetin metninde ilginç olan husus, ölümden sonra başlayan rahatlık ve nimet sürecinin "hemen meydana gelmek"i anlamını içeren "tâkibiye fâsı" ile gelmesidir. buradaki rahatlık ruh kabzının kolaylığına; güzel rızık olarak meallendirilen "reyhan" ise cennete girmeden mazhar olunan nimete delalet ediyor. cennet ise "takibiye vav"ı ile üçüncü sırada zikrediliyor.
ikincisi; وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ "Eğer (ölen kişi) Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir" (Vâkıa, 56/90-91). bu ölü ortalama bir mümin ki; selamete erdi. bunun için; ilkinde kullanılan övgü ve nimetler zikredilmedi ama bu da selamete erdi.
üçüncüsü ise; وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ فَنُزُلٌ مِنْ حَمِيمٍ وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ "Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet; bir de cehenneme atılma vardır" (Vâkıa, 56/92-94). bu ölü için "takibiye fâsı" ile zikredilen "kaynar sudan ziyafet"; cehennemin dışında gerçekleşen bir cezadır. cehenneme girmek "tasliyetü cahîm" ifadesiyle geliyor. yani cehenneme girmek kaynar sudan sonra; kaynar su ise cehennemden önce...
Şimdi zikredeceğim iki ayet Vâkıa 92-94'ün adeta tefsiridir: وَلَوْ تَرٰى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذٖينَ كَفَرُوا الْمَلٰئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرٖيقِ "Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve "haydi tadın yangın azabını" diyerek canlarını alırken bir görseydin" (Enfâl, 8/50; Bkz. Muhammed, 47/27). lütfen meleklerin; "haydi tadın yangın azabını" ifadesindeki azaba ve bu sözün ölüm esnasında söylendiğine dikkat edelim. yani azap ölümle birlikte başlıyor...
bir tutam arapça bilgisi, bir parça insafı olan herkes ayetlerin açık bir şekilde cennet ve cehennemden önce ödül ve cezanın olduğunu anlamakta zorlanmaz.
Önceki yazımızda şehitlere "ölü" denmemesi gerektiğini, onların diri bir şekilde Allah'ın katında rızıklandırıldıklarını ifade eden ayetlerden bahsetmiştik. "onların diriliği ve nimetlendirmeleri kıyamet koptuktan sonradır" diye yorumlar yapılmış.
azizim! kıyamet "ba's" ile (yani ölümden sonra dirilişle) başlıyor. o zaman herkes diri, yalnız şehitler değil. o zaman pek çok mümin rızıklandırılıyor, yalnız şehitler değil... "onlara ölüler demeyin" hitabı bize dünyada yöneltiliyor, ahirette değil. hasılı biz burada; onlar da orada diriler... ya da biz burada ölüyüz; onlar orada diriler...
Allah yolunda can veren kişinin böyle mükâfatı olur da; onun canını alan zalim (ve her türlü zulmü icra eden), ruhlar âleminde mışıl mışıl uyur mu???
el-Cevap: اِذِ الظَّالِمُونَ فٖى غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰئِكَةُ بَاسِطُوا اَيْدٖيهِمْ اَخْرِجُوا اَنْفُسَكُمْ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ "Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, "Haydi canlarınızı çıkarın! Bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız" diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!" (En'âm, 6/93). daha azap ölüm anında başlıyor ve melekler "bugün" derken ölüm ile başlayan zaman dilimini zikrediyorlar. "aşağılayıcı bir azapla cezalandırılacaksınız" derken de acaba hangi azabı kastediyorlar?
Şimdi soralım; nasıl oluyor da Kur'an'da kabir azabı olmuyor???
Bir de dedi ki;
"Öyle kabrin başında telkinmiş, Kur'an okumakmış...
bunlar boş şeyler..."
Ölüler bunları duymazmış...
O halde niçin Hz. Peygamber Bakî' kabristanlığına her girdiğinde; السَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ، وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ "Ey mü'minler topluluğunun yurdu! Allah'ın selamı üzerinize olsun. (yakında) biz de size katılacağız" (Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İmam Mâlik) diye onlarla muhatap sigasıyla selamlaştı.
Ya da Bedir savaşından sonra müşriklerin cesetlerini bir çukurun içine doldurup da onlara; فَإِنَّا قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا، فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا "Biz Rabbimizin bize vaadettiğini (zaferi) hak olarak bulduk; siz de Rabbinizin size vaadettiğini (azabı) hak olarak buldunuz mu?" diye sordu. Hz. Ömer مَا تُكَلِّمُ مِنْ أَجْسَادٍ لاَ أَرْوَاحَ لَهَا؟ "ruhu olmayan cesetlerle ne konuşuyorsun" dediğinde, Allah Rasulü; وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ "Muhammed'in canını elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki; onlar sizden daha iyi duyarlar (siz onlardan daha iyi duyamazsınız) (Buhârî, İbn Mâce)" buyurmadı mı?...
İstifini bozmadı; hadisleri duymadı
Besbelli paradigmasına uymadı...
Doç. Dr. Yasin PİŞGİN
tam da onun dediği gibi Kur'an penceresinden kabir azabına bakalım...
Öncelikle ifade etmem gerekir; "kabir hayatı" (ya da kabir azabı ve mükâfatı) simge bir kavramdır. bu kavram; bir kabri olsun olmasın, kabrinde çürümüş bulunsun ya da bulunmasın insanın ölümünden, kıyamet için dirileceği zamana kadarki metafizik hayatını ifade eder. yani öldün mü geriye dönemezsin. dünya yaşamı ile senin ruhun arasında artık aşılması imkânsız bir perde var demektir. bu perdenin adı "berzah"tır. bu perdenin ardındaki hayat ise kıyametle başlayacak ahiret hayatından başka bir şey olup "berzah âlemi" diye isimlendirilir. ayetle sabit inanmazsan/inanırsan bak...
"Nihayet onlardan birine ölüm gelince, "Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım" der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır."
Diyor ki; "berzah hayatı diye bir şey yok."
ama ayet "var" diyor. üstelik ayet; Allah'ın, berzahta bulunan ve dünyaya geri dönmek isteyen bir insanla konuştuğunu bize haber veriyor.yani adam ölmüş, ama şuuru, muhasebesi, temennileri halen dipdiri. Allah'a yalvarıyor; "ne olur Allah'ım beni geri döndür" diye.
Hadisleri şimdilik bir kenara bırakalım desem de bir hadise atıf yapmadan geçemeyeceğim. bu bahsettiğim berzah hayatı ya cennet bahçelerinden bir bahçedir; ya da cehennem çukurlarından bir çukur. böyle buyuruyor efendimiz...
Her ne kadar biz hissedemesek de şehitler diridirler ve Allah'ın katında rızıklandırılırlar (Âl-i İmrân, 3/129). yani sen bir şehide "ölü" dediğin an, yani şu an o, diri ve nimetlendiriliyor... işte cennet bahçelerinden bir bahçe...
Allah buyuruyor ki; Firavunu ve ailesini çok kötü bir azap kuşattı (Mü'min, 40/46). nedir bu kötü azap???
şimdi Allah'a kulak ver: "(O azap öyle bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, "Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun" denilecektir" (Mü'min, 40/47). işte cehennem çukurlarından bir çukur...
Şimdi azizim!
ayette iki azaptan bahsediliyor: birincisi; kıyametin kopuşundan önce firavun ve avanesinin sabah akşam maruz kaldıkları azap... işte bu bildiğimiz ve itikat ettiğimiz kabir azabı...
ayetin ikinci cümlesi ise ayette " اَشَدَّ الْعَذَابِ" "en şiddetli azap" olarak ifade edilen cehennem azabı. o, zaten malum...
şimdi elini vicdanına koy da karar ver...
Kur'an'a göre kabirde bir sevap, bir azap ve bir hayat nasıl oluyor da olmuyor???
el-insaf...
Şimdi mesele "basit bir kabir azabı inkarı" meselesi değil. mesele bir çırpıda; Kur'an, sünnet ve sebîlu'l-mü'minîn potasında vücut bulan on dört asırlık birikimi alaşağı edip yok saymak. mesele yeni bir din restorasyonu...
Acı olan ise konuyla ilgili ayetlere eklektik, parçacı, samimiyetsiz ve bütünsellikten uzak bir şekilde yaklaşmak ve milletin gözünün içine baka baka asırların akidesini inkar etmek...
Vâkıa suresinin son sayfasında Aziz ve Celil olan Allah; can gelip de boğaza dayandığı zaman, ölünün yakınlarının bakıp kalacağını, o an kendisinin (ve ruh kabzeden meleklerin) ölüye, dostlarından daha yakın olacağını ifade ediyor (Vâkıa, 56/83-88) ve üç ölüm şeklinden bahsediyor:
bunların ilki; فَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَعِيمٍ "Eğer (ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır" (Vâkıa 56/88-89). Ayetin metninde ilginç olan husus, ölümden sonra başlayan rahatlık ve nimet sürecinin "hemen meydana gelmek"i anlamını içeren "tâkibiye fâsı" ile gelmesidir. buradaki rahatlık ruh kabzının kolaylığına; güzel rızık olarak meallendirilen "reyhan" ise cennete girmeden mazhar olunan nimete delalet ediyor. cennet ise "takibiye vav"ı ile üçüncü sırada zikrediliyor.
ikincisi; وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ "Eğer (ölen kişi) Ahiret mutluluğuna ermiş kişilerden ise, kendisine, "Selâm sana Ahiret mutluluğuna ermişlerden!" denir" (Vâkıa, 56/90-91). bu ölü ortalama bir mümin ki; selamete erdi. bunun için; ilkinde kullanılan övgü ve nimetler zikredilmedi ama bu da selamete erdi.
üçüncüsü ise; وَأَمَّا إِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ فَنُزُلٌ مِنْ حَمِيمٍ وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ "Ama haktan sapan yalancılardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet; bir de cehenneme atılma vardır" (Vâkıa, 56/92-94). bu ölü için "takibiye fâsı" ile zikredilen "kaynar sudan ziyafet"; cehennemin dışında gerçekleşen bir cezadır. cehenneme girmek "tasliyetü cahîm" ifadesiyle geliyor. yani cehenneme girmek kaynar sudan sonra; kaynar su ise cehennemden önce...
Şimdi zikredeceğim iki ayet Vâkıa 92-94'ün adeta tefsiridir: وَلَوْ تَرٰى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذٖينَ كَفَرُوا الْمَلٰئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَرٖيقِ "Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve "haydi tadın yangın azabını" diyerek canlarını alırken bir görseydin" (Enfâl, 8/50; Bkz. Muhammed, 47/27). lütfen meleklerin; "haydi tadın yangın azabını" ifadesindeki azaba ve bu sözün ölüm esnasında söylendiğine dikkat edelim. yani azap ölümle birlikte başlıyor...
bir tutam arapça bilgisi, bir parça insafı olan herkes ayetlerin açık bir şekilde cennet ve cehennemden önce ödül ve cezanın olduğunu anlamakta zorlanmaz.
Önceki yazımızda şehitlere "ölü" denmemesi gerektiğini, onların diri bir şekilde Allah'ın katında rızıklandırıldıklarını ifade eden ayetlerden bahsetmiştik. "onların diriliği ve nimetlendirmeleri kıyamet koptuktan sonradır" diye yorumlar yapılmış.
azizim! kıyamet "ba's" ile (yani ölümden sonra dirilişle) başlıyor. o zaman herkes diri, yalnız şehitler değil. o zaman pek çok mümin rızıklandırılıyor, yalnız şehitler değil... "onlara ölüler demeyin" hitabı bize dünyada yöneltiliyor, ahirette değil. hasılı biz burada; onlar da orada diriler... ya da biz burada ölüyüz; onlar orada diriler...
Allah yolunda can veren kişinin böyle mükâfatı olur da; onun canını alan zalim (ve her türlü zulmü icra eden), ruhlar âleminde mışıl mışıl uyur mu???
el-Cevap: اِذِ الظَّالِمُونَ فٖى غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلٰئِكَةُ بَاسِطُوا اَيْدٖيهِمْ اَخْرِجُوا اَنْفُسَكُمْ اَلْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ "Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, "Haydi canlarınızı çıkarın! Bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız" diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!" (En'âm, 6/93). daha azap ölüm anında başlıyor ve melekler "bugün" derken ölüm ile başlayan zaman dilimini zikrediyorlar. "aşağılayıcı bir azapla cezalandırılacaksınız" derken de acaba hangi azabı kastediyorlar?
Şimdi soralım; nasıl oluyor da Kur'an'da kabir azabı olmuyor???
Bir de dedi ki;
"Öyle kabrin başında telkinmiş, Kur'an okumakmış...
bunlar boş şeyler..."
Ölüler bunları duymazmış...
O halde niçin Hz. Peygamber Bakî' kabristanlığına her girdiğinde; السَّلَامُ عَلَيْكُمْ دَارَ قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ، وَإِنَّا إِنْ شَاءَ اللهُ بِكُمْ لَاحِقُونَ "Ey mü'minler topluluğunun yurdu! Allah'ın selamı üzerinize olsun. (yakında) biz de size katılacağız" (Müslim, Nesâî, İbn Mâce, İmam Mâlik) diye onlarla muhatap sigasıyla selamlaştı.
Ya da Bedir savaşından sonra müşriklerin cesetlerini bir çukurun içine doldurup da onlara; فَإِنَّا قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا، فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا "Biz Rabbimizin bize vaadettiğini (zaferi) hak olarak bulduk; siz de Rabbinizin size vaadettiğini (azabı) hak olarak buldunuz mu?" diye sordu. Hz. Ömer مَا تُكَلِّمُ مِنْ أَجْسَادٍ لاَ أَرْوَاحَ لَهَا؟ "ruhu olmayan cesetlerle ne konuşuyorsun" dediğinde, Allah Rasulü; وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، مَا أَنْتُمْ بِأَسْمَعَ لِمَا أَقُولُ مِنْهُمْ "Muhammed'in canını elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki; onlar sizden daha iyi duyarlar (siz onlardan daha iyi duyamazsınız) (Buhârî, İbn Mâce)" buyurmadı mı?...
İstifini bozmadı; hadisleri duymadı
Besbelli paradigmasına uymadı...
Doç. Dr. Yasin PİŞGİN
20 Aralık 2015 Pazar
TAM OTUZ YIL - NECİP FAZIL KISAKÜREK
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum?
gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Diyorlar Bana? kalsın şiirde sözde yerde?
Sen araştır? göklere çıkan merdiven nerde.
Anladım işi; San'at Allah'ı(celle celaluhu) aramakmış?
Marifet bu? gerisi yalnız çelik çomakmış.
Zehirle pişmiş aşı yemeye kimler gelir?
Dilsizce? yalnız Allah(celle celaluhu) demeye kimler gelir?
Seni aramam için beni uzağa attın?
Alemi benim? beni Kendin için yarattın.
Tel tel iplik iplikte dikseler ağzımı?
Tek ses duysalar;Allah (celle celaluhu) yoklayanlar nabzımı.
Tutuşturanlar? lûgat kitabını elime?
Bilsin;Allah 'tan (celle celaluhu) başka bilmiyorum kelime.
Ellerime uzanan dudakları tepeyim?
Allah (celle celaluhu) diyen gel seni ayağından öpeyim.
Ne var ki pazarlığa girişecek ecelle?
sermayem tek kelime Allah(celle celaluhu) Azze ve Celle.
Güzel Allah'ım (celle celaluhu)? Senden ne gelecekse gelsin?
Sen ki Rahmetinle de Kahrınla da güzelsin.
Neye yaklaşsam? sonu uzaklık ve kırgınlık?
Anla ki yok? Allah'tan (celle celaluhu) başkasıyla yakınlık.
Kudret O'nun? gayrında ne mecal var ne tüvan?
Alim ilmine yansın? pazusuna pehlivan.
Rabbim? Rabbim? bu işin bildim neymiş Türkçesi?
Senin aşkın ateştir? ateşin gül bahçesi.
Neye baksam aynı şey neyi görsem aynı şey?
Olan Sensin? hey gidi hakikat Sultanı hey.
Bu yük Senden Allah'ım (celle celaluhu)? çekeceğim naçarım?
Senden Sana sığınır? Senden Sana kaçarım.
Sana şah damarından daha da yakın Allah(celle celaluhu)?
Günah mı dedin? Ondan uzağa düşmek günah.
Göz kaptırdığım renkten? kulak verdiğim sesten?
Affet Allah'ım (celle celaluhu)Senden habersiz aldığım her nefesten.
Allah(celle celaluhu) dostunu gördüm bundan altı yıl evvel?
Bir akşamdı ki? zaman donacak kadar güzel?
Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız?
Ruhuma? büyük temel çivisi çaktınız.
Düşünüyorum O'ndan evvel zaman varmıydı?
Hakikatler boşluğa bakan aynalar mıydı?
O Allah'ın (celle celaluhu) emriyle Kâinat Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem)?
Varlığın tacı? varlık nurunun ta kendisi.
Müjdecim? kurtarıcım? Efendim? Peygamberim?
Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim.
Gözüm? aklım? fikrim var deme? hepsini öldür?
Sana göl gibi gelen? O göl diyorsa göldür.
O yüz? her hattı tevhid kaleminden bir satır?
O yüz ki göz değince Allah'ı (celle celaluhu) hatırlatır.
Sual: Ey veli? insan nasıl olmalı söyle?
Cevap: son anda nasıl olacaksa? hep öyle.
Biri aşk? biri nefret? bizim kanadımız çift?
Ateş saçmalı ki Nûr? erisin kapkara zift.
Büyük Randevu? bilsem nerede saat kaçta?
Tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta.
Hasis sarraf? kendine bir başka kese diktir?
mezarda geçer akça? neyse onu biriktir.
Dostlarım ev? eşyamdı? birbir gitti diyorum?
Artık boş odalarda ölümü bekliyorum.
Bu dünyada renk? nakış? lezzet? ne varsa küsüm?
Gözümde son marifet? Azrail'e (A.S.) tebessüm.
Ölüm ölene bayram? bayrama sevinmek var?
Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var.
O demde ki perdeler kalkar? perdeler iner?
Azrail'e (A.S.) "hoş geldin" diyebilmekte hüner.
Öleceğiz? müjdeler olsun? müjdeler olsun?
Ölümüde öldüren Rabb'e secdeler olsun.
Ölüm güzel şey? budur perde ardından haber?
Hiç güzel olmasaydı? ölür müydü Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem))
Necip Fazıl Kısakürek
9 Temmuz 2014 Çarşamba
28 Mayıs 2014 Çarşamba
Kur’ân-ı Kerîmde ve Hadîs-i Şerîflerde Sarîh ve Açık Bildirilmemiş Bulunan Ahkâmı ve Mes’eleleri Kim Yorumlayabilir ?
Seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” (Eshâb-ı Kirâm) kitâbında buyuruyor ki, (İctihâd, insan gücünün yetdiği kadar, ya’nî cehd ile zahmet çekerek çalışmak demekdir. Ya’nî, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh ve açık bildirilmemiş bulunan ahkâmı ve mes’eleleri, açık ve geniş anlatılmış mes’elelere benzeterek, meydâna çıkarmağa uğraşmakdır. Bunu ancak Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Onun Eshâbının hepsi ve diğer müslimânlardan ictihâd makâmına yükselenler yapabilir ki, bu çok yüksek insanlara, (Müctehid) denir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, ictihâd etmeği emr ediyor. O hâlde, ma’nâları açıkça anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin derinliklerinde bulunan ahkâm-ı islâmiyyeyi ve mesâil-i dîniyyeyi, mefhûm ile ve delâlet ile anlıyabilen büyüklere, ya’nî mutlak müctehidlere, ictihâd etmek farzdır. Müctehid olmak için, arabî yüksek ilmleri temâmen bilip, Kur’ân-ı kerîmi ezber bilmek, her âyet-i kerîmenin ma’nây-ı murâdîsini, ma’nây-ı işârîsini ve ma’nây-ı zımnî ve iltizâmîsini bilmek ve âyet-i kerîmelerin geldikleri zemânları ve gelme sebeblerini ve ne hakkında geldiklerini, küllî ve cüz’î olduklarını, nâsih veyâ mensûh olduklarını, mukayyed veyâ mutlak olduklarını ve kırâet-i seb’a ve aşereden ve kırâet-i şâzzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek, Kütüb-i sittedeki ve diğer hadîs kitâblarındaki, yüzbinlerce hadîsi ezberden bilmek ve her hadîsin ne zemân ve ne için îrâd buyurulduğunu ve ma’nâsının ne kadar genişlediğini ve hangi hadîsin diğerinden önce veyâ sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu hâdiseleri ve hangi vak’a ve hâdiseler üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakl ve rivâyet olunduğunu ve nakleden kimselerin ne hâlde ve ne ahlâkda olduklarını bilmek, fıkh ilminin üsûl ve kâ’idelerini tanımak, oniki ilmi ve Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin işâretlerini, rumûzlarını ve açık ve kapalı ma’nâlarını kavramak ve bu ma’nâlar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli îmân sâhibi olmak ve itmînân ile dolu, nûrlu ve sâf bir kalbe ve vicdâna mâlik olmak lâzımdır. İctihâd ve tefsîr hakkında, fârisî (Redd-i Vehhâbî) kitâbında uzun bilgi vardır. (Redd-i Vehhâbî) kitâbı, 1264 h. de Delhîde ve 1415 de İstanbulda tab’ edilmişdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)