3 Haziran 2014 Salı

Tetanoz Hastalığı

Tetanoz, Clostridium Tetani adındaki sporlu bakterinin neden olduğu bir enfeksiyon hastalığıdır. Bu bakteri toprakta, insan ve hayvanların gastroinstestinal sistemlerinde bulunur; kirli ve açık yaralar aracılığıyla insana bulaşarak tetanoz hastalığına yol açar. Bakteri bulaştıktan sonra 3-21 gün içerisinde tetanospazmin denilen toksin salgılamak suretiyle sinirleri felç etmekte ve kas spazmlarına yol açarak ölümcül olabilen bir hastalık tablosuna neden olmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü 2002 yılında açıkladığı rapora göre dünya genelinde her yıl tetanoz nedeniyle 213.000 ölüm olmaktadır. Vakaların çoğunun hijyenik doğum yapmayan bayanlarda olduğu duyurulmaktadır. Maternal Neonatal Tetanoz dediğimiz bu durum, tetanoza karşı bağışıklığı bulunmayan kadınlarda doğum sırasında mikrobun bulaşması neticesinde oluştuğu bilinmektedir.
Tetanoz, aşı ile korunabilir hastalıkların başında gelmekte olup, 1968 yılından beri ülkemizde aşılama çalışmaları sürdürülmektedir. Doğumdan itibaren 1 yaşına kadar 3 doz karma aşı şeklinde alınan tetanoza, 18. ayda ve ilköğretim 1. sınıfta pekiştirme dozu olarak devam edilmektedir. Bu sayede ilköğretim 1. sınıfta çocuklar beş doz tetanoz almış bulunmaktadır.
Tetanoza neden olan Clostridium Tetani, oksijensiz ortamda özellikle nemli ve ılık toprakta yıllarca yaşamını sürdürebilen, insan ve hayvanların barsaklarında da yaşayabilen bir bakteridir. Özellikle açık ve nekrotik yaraların paslı veya kirli zeminlere temas etmesi sonucu hastalık bulaşmakta, sinirleri felç etmek suretiyle kas katılmalarına ve spazmlara neden olmaktadır. Bazı durumlarda bu spazmlar tüm kas gruplarını etkilemekte ve generalize spazm denilen tüm vücudun kas katı kesilmesine neden olabilmektedir. Soluk borusunun ve küçük dilin kasılması ise ölümle sonuçlanabilmektedir. Vakaların ölümle sonuçlanma oranı %10 ile %70 arasında olup, hastanede bakım, hastanın yaşı ve genel durumu bu oranı etkilemektedir. Hastaneye yatırılmayan vakalarda ise ölüm kaçınılmazdır. Anne kaynaklı tetnoz ise doğum sırasında steril edilmeyen aletlerin kullanılması veya hijyenik olmayan ortamlarda doğum yapılması neticesinde görülüyor. Anneyi ve bebeği etkileyebiliyor.
Tedavi yara bakımı, semptomların ve komplikasyonların önlenmesine yönelik çalışmalardan oluşmaktadır. Hastaneye ilk başvuru sırasında tetanoz serumu yapılması ve aşılanmaya başlanması gerekmektedir. Hastalığı geçirmiş birey bağışık olmamaktadır. Bağışıklanmanın tek yolu aşılanmadır.
Tetanoz hastalığının uzun yıllardır güvenle uygulanan çok etkili bir aşısı mevcuttur. Aşı tek başına uygulanabildiği gibi, difteri, boğmaca, çocuk felci, menenjit gibi aşılarla da karma aşı olarak uygulanabilmektedir. Tek doz aşının koruyuculuğu bulunmamaktadır. En az 4 hafta sonra uygulanan 2. dozla birlikte koruyuculuk %50-60'lara çıkmakta ancak uzun sürmemektedir. İlk doz aşıdan 6 ay sonra yaptırılan 3. doz aşı ise %100 koruyululuk sağlar ve 1 yıl süresince etkilidir. Bir yıl sonra yaptırılan 4. doz aşı ise, 3-5 yıl koruma sağlamaktadır. Bu süre sonunda yaptırılan 5. doz aşıda ise koruyuculuk 10 yıla kadar uzamaktadır.
Ülkemizde 1968 yılından beri difteri ve boğmaca aşısı ile birlikte karma aşı olarak uygulama yapılmaktadır. 2008 yılından itibaren ise bu karmaya çocuk felci ve menenjit aşıları da eklenmiş olup 5'li karma aşı şeklinde uygulana gelmektedir. Aşılama takvimi şu şekildedir; 2. 4. ve 6. ayını dolduran bebeklere 3 doz aşılama, 18. ayını dolduran çocuklara 4. doz aşılama ve ilköğretim 1. sınıfta 5. doz, ilköğretim 8. sınıfta ise 6. doz uygulama şeklinde yürütülmektedir. İlköğretim çağı boyunca 6 doz aşısını da almış bir birey, 20-30 yaşına kadar bağışıktır.
Çocukluk çağında 6 doz aşısını da yaptırmış olanlar, son doz aşıdan 10 yıl sonra pekiştirme doz aşı yaptırmalıdır. Çocukluk çağında ve düzenli olarak yaptırılan 5. doz aşıdan sonra her aşılama dozunun koruyuculuğu 10-20 yıl kadardır. Bu nedenle önerilen aşılama dozu her 10 yılda bir tetanoz aşılamasına devam edilmesidir. Çünkü tetanoz, kanda bulunan antikor ile etkisini gösteren bir aşıdır.
Çocukluk çağı tetanoz aşılaması hakkında net bir fikir sahibi olmayan, aşı kartı bulunmayan hamile kadınların gebeliğinin dördüncü ayında ve ilk doz aşıdan 4 hafta sonra olmak üzere 2 doz aşı yaptırmaları gerekmektedir. Çocukluk çağında yapılan tetanoz aşısından emin olmayan kadınlar anne olduktan sonra da aşılanmaya devam etmeli, aşı dozlarını takvimde yer aldığı şekilde 5 doza kadar tamamlamalıdır. 5 doz aşı kadınları tüm doğurganlık çağı boyunca koruyor olacaktır.
İleri yaş grubunda dahi olsa hiç tetanoz aşısı almamış bireyler 5 doz aşı takvimine uygun olarak aşılanmalıdır. 5 doz aşı şemasını tamamlamış olanlar ise son aşı dozundan itibaren 10 yıldan uzun süre geçmiş ise pekiştirme dozu yaptırmalıdır.
Ülkemizde tetanoz aşılama çalışmaları 1968 yılında başlamıştır. Ancak o yıllarda sıkı bir şekilde uygulanan ve takip edilen bir aşılama programı bulunmadığından aşılama oranları %20-30'larda seyretmiş, 1980'lerde uygulanan aşılama kampanyalarına kadar gerçek anlamda başarılı bir program sürdürülememiştir. Bu nedenle günümüzde çoğu erişkin birey tetanoz hastalığına karşı aşılı değildir veya aşılı olup olmadığını bilmemektedir. Aşılama programları günümüzde başarılı bir şekilde devam etmektedir. Ancak çocukluk çağında uygulanan aşılama takvimi sayesinde tetanoz aşılanma yüzdesi ülke genelinde 95'in üzerinde seyretmesine rağmen erişkin aşılama programlarında aynı başarı sergilenememektedir. Her ne kadar 2009 yılında ülkemiz Dünya Sağlık Örgütü tarafından Anne kaynaklı tetanoz hastalığı bakımından arındırılmış ülkeler arasında gösterilmeye başlansa da hamile kadınlarda yürütülen tetanoz aşılama programında aşılama oranları istenilen düzeylere ulaştırılamamıştır.
2009 yılında ülkemizde anne kaynaklı tetanoz vakası görülmemişken, 2010 yılında 1 vaka bildirimi olmuştur.
Erişkin yaş grubunda ise 2010 yılında Tetanoz vakarı bakımından bir patlama yaşanmış, 25 vaka ve tetanoz nedenli 8 ölüm bildirilmiştir. Tetanoz vakaları sadece kırsal kesimlerde değil tüm Türkiye'de yaygın olarak görülmüştür. Bu durum erişkin aşılamasına önem vermediğimizi, çocuklarımızı her aşı günü sağlık kuruluşlarına itina ile taşırken kendimizi ne kadar ihmal ettiğimizin açık bir göstergesidir.
Sonuç olarak son tetanoz aşısı uygulaması üzerinden 10 yıl geçmiş tüm erişkinlerin tetanoz aşısını mutlaka yaptırmaları gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, tetanoz uzun yıllardır olduğu gibi kapımızda bizi bekleyen, fakir yoksul ayrımı yapmayan ölümcül bir tehlikedir. Tek korunma yöntemi de aşılanmadır.

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Kur’ân-ı Kerîmde ve Hadîs-i Şerîflerde Sarîh ve Açık Bildirilmemiş Bulunan Ahkâmı ve Mes’eleleri Kim Yorumlayabilir ?

Seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” (Eshâb-ı Kirâm) kitâbında buyuruyor ki, (İctihâd, insan gücünün yetdiği kadar, ya’nî cehd ile zahmet çekerek çalışmak demekdir. Ya’nî, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh ve açık bildirilmemiş bulunan ahkâmı ve mes’eleleri, açık ve geniş anlatılmış mes’elelere benzeterek, meydâna çıkarmağa uğraşmakdır. Bunu ancak Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Onun Eshâbının hepsi ve diğer müslimânlardan ictihâd makâmına yükselenler yapabilir ki, bu çok yüksek insanlara, (Müctehid) denir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, ictihâd etmeği emr ediyor. O hâlde, ma’nâları açıkça anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin derinliklerinde bulunan ahkâm-ı islâmiyyeyi ve mesâil-i dîniyyeyi, mefhûm ile ve delâlet ile anlıyabilen büyüklere, ya’nî mutlak müctehidlere, ictihâd etmek farzdır. Müctehid olmak için, arabî yüksek ilmleri temâmen bilip, Kur’ân-ı kerîmi ezber bilmek, her âyet-i kerîmenin ma’nây-ı murâdîsini, ma’nây-ı işârîsini ve ma’nây-ı zımnî ve iltizâmîsini bilmek ve âyet-i kerîmelerin geldikleri zemânları ve gelme sebeblerini ve ne hakkında geldiklerini, küllî ve cüz’î olduklarını, nâsih veyâ mensûh olduklarını, mukayyed veyâ mutlak olduklarını ve kırâet-i seb’a ve aşereden ve kırâet-i şâzzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek, Kütüb-i sittedeki ve diğer hadîs kitâblarındaki, yüzbinlerce hadîsi ezberden bilmek ve her hadîsin ne zemân ve ne için îrâd buyurulduğunu ve ma’nâsının ne kadar genişlediğini ve hangi hadîsin diğerinden önce veyâ sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu hâdiseleri ve hangi vak’a ve hâdiseler üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakl ve rivâyet olunduğunu ve nakleden kimselerin ne hâlde ve ne ahlâkda olduklarını bilmek, fıkh ilminin üsûl ve kâ’idelerini tanımak, oniki ilmi ve Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin işâretlerini, rumûzlarını ve açık ve kapalı ma’nâlarını kavramak ve bu ma’nâlar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli îmân sâhibi olmak ve itmînân ile dolu, nûrlu ve sâf bir kalbe ve vicdâna mâlik olmak lâzımdır. İctihâd ve tefsîr hakkında, fârisî (Redd-i Vehhâbî) kitâbında uzun bilgi vardır. (Redd-i Vehhâbî) kitâbı, 1264 h. de Delhîde ve 1415 de İstanbulda tab’ edilmişdir.

OTİZM, Ancak bu kadar güzel anlatılır

Doğuştan ”Otizm” eğilimli biri olarak günlük hayatta neler hissettiğimi, nelerin bana zorluk yaşattığını ya da hangi konularda yeteneklerim olduğunu biraz da olsa anlatabilmiş bir video. Lütfen izleyin ve İzletin...

27 Mayıs 2014 Salı

Sağlıklı Olmak için Dikkat Edilmesi Gereken Bazı Şeyler

  1. Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin. 
  2. Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin. 
  3. Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.  
  4. Bol taze sebze ve meyve yiyin.  
  5. Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği,mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.  
  6. Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.  
  7. Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.  
  8. Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse mandıra sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.  
  9. Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.  
  10. Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.  
  11. Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).  
  12. Stresten uzak durun.  
  13. İyi uyuyun.  
  14. Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.  
  15. D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.  
  16. Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!  
  17. Aşırı alkol kullanmayın.  
  18. İşlenmiş soya ürünü yemeyin.  
  19. Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.  
  20. Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!  
  21. Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
  22. Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.


Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı

Sabah Namazı ve İnsanın Şeytan ve Nefsi ile İmtihanı


Şeytanın insana attığı 3 düğüm ve Efendimiz’in kurtuluş tavsiyesi
Sabah namazı en çok kaçırılan namazlardan biridir. İnsan uykusunun esiri olur, yataktan kalkamaz. Halbuki sabah namazının hazırlıkları ta akşamdan başlamalı, tedbirler yatmadan önce alınmalıdır.

Belki de en çok kaçırılan namazdır sabah namazı. Bir türlü uyanamaz insan, sanki gözkapaklarının üzerinde tonlarca yük varmış gibi. “Biraz sonra uyanırım.” diyerek vakti geçer de namazın, şeytan yapışmıştır insanın ensesine, izin vermez bir türlü uyanmasına.

Peygamber Efendimiz (sas), bu konudaki sıkıntısını görmüş olmalı ki bakın neler emrediyor biz ümmetine: “Biriniz uyuyunca şeytan ensesine üç düğüm atar. Her düğümü atarken, düğüm attığı yere eliyle vurarak, ‘üzerine uzun bir gece olsun, yat’ dileğinde bulunur. İnsan uyanır ve Allah’ı zikrederse, bir düğüm çözülür, abdest alırsa ikinci düğüm çözülür ve bir de namaz kılarsa bütün düğümler çözülmüş olur. Böylece kul canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha erer. Aksi halde böyle yapmazsa, habis ruhlu, içi kararmış ve uyuşuk bir halde sabaha erer.” (Buhari, Teheccüd, 12)
Büyüklerimiz, şeytanın insana gafleti, necaseti ve tembelliği sevdirmek için elinden geleni yaptığını, buna karşılık Efendimiz’in (sas) de zikirle gafleti, abdestle necaseti ve namazla da tembellik düğümlerini çözebileceğini müjdelediğini belirtirler.

Dikkat edilmesi gereken çok önemli üç husus var hadiste. Birincisi, şeytanın insana, (ister mecazi olarak kabul edin, ister gerçek) namaza kalkmaması için yatarken üç düğüm attığı. İkincisi, insan namaza kalkmak için gözünü açtığı ilk anda Allah’ı zikretmeyi unutmaması. Üçüncüsü ise insanın, canlı ve hoş bir halet-i ruhiye ile sabaha ermesinin hissedilmesi.

Şeytan acizdir aslında; mertçe çıkmaz insanın karşısına, sinsi planlar kurar hep. Fakat bu planlara karşı inananların da ‘uyanık’ olması gerekir. Hadisin de emir buyurduğu gibi, sabah veya teheccüd vaktinde saatiniz çaldığı veya gözünüzü açtığınız ilk anda kalkın ve Kelime-i Tevhid okumayı zinhar unutmayın. Sonra hemen abdest alın ve huşu içinde namazınızı kılın. Böylece hem sabaha canlı ve hoş bir ruh haliyle ulaşın ve gününüz huzurlu geçsin hem Allah ve Rasulü’nü sevindirin hem de şeytanı da kahredin… Öyleyse var mısınız? Şeytanın üç düğümüne karşı bizler de ona üç düğüm atalım... Haydi öyleyse bugünden başlayın…

Mimar Sinan'dan 400 yıl Sonrasına Mektup

Bir Mimar Sinan eseri olan Şehzadebası Cami´nin 1990´li yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, caminin restorasyonu sırasında yaşadıkları bir olayı tv´de şöyle anlatmıştı.

Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşaası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kemerleri nasıl restore edeceğimiz konusunda ustalarla toplantı yaptık. Sonuç olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalıp çakacaktık. Daha sonra kemeri yavaş yavaş söküp yapım teknikleri ile ilgili notlar alacaktık ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktık.

Kalıbı yaptık.

Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.

Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu:

"Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşaa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum."

Koca Sinan mektubunda böyle başladıktan sonra o kemeri inşa ettikleri taşları Anadolu´nun neresinden getirttiklerini söyleyerek izahlarına devam ediyor ve ayrıntılı bir biçimde kemerin inşaasını anlatıyordu.
Bu mektup bir inşanın, yaptığı işin kalıcı olması için gösterebileceği çabanın insanüstü bir örneğidir. Bu mektubun ihtişamı, modern çağın insanlarının bile zorlanacağı taşın ömrünü bilmesi, yapı tekniğinin değişeceğini bilmesi, 400 sene dayanacak kâğıt ve mürekkep kullanması gibi yüksek bilgi seviyesinden gelmektedir. Şüphesiz bu yüksek bilgiler de o koca mimarin erişilmez özelliklerindendir. Ancak erişilmesi gerçekten zor olan bu bilgilerden çok daha muhteşem olan 400 sene sonraya çözüm üreten sorumluluk duygusudur.

Her Türlü Ayrımcılığa Karşı Çok Anlamlı Bir Olay

Bu olay gerçektir ve 14 ekim 1998 de kıtalar arası bir uçuş esnasında gerçekleşmiştir.
"Bir kadın, uçakta zenci bir adamın yanında oturuyordu. Durumdan rahatsızlığını belli edercesine, hostesten başka bir yer bulmasını istedi, zira öylesine antipatik birinin yanında oturamazdı.
Hostes, tüm uçağın dolu olduğunu fakat birinci sınıfta yer olup olmadıına bakacağını söyledi. Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı, bu kadının sadece terbiyesizliğine değil, bir de birinci sınıfta yolculuğu devam edeceğine şahit oluyorlardı.
Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi tercih etti. Bu yüksek tansiyondaki durumda kadın, birinci sınıfta ve o adamdan uzak uçabileceğinden tatmin olmuş, hostesin dönmesini bekliyordu.
Birkaç dakika sonra geri gelen hostes, kadına: "Çok özür dilerim geciktim.Birinci sınıfta bir yer buldum… Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı, sonra yer değişikliği için pilottan izin almam gerekiyordu. 'Hiç kimse sorun yaratan bir diğerinin yanında oturmak mecburiyetinde tutulamaz' dedi ve bu izni verdi."
Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı, bu esnada kadın da bir zafer kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı.
Aynı anda hostes, oturmakta olan zenciye dönerek: "Beyefendi, sizi uçağın birinci sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip eder misiniz lütfen? Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için çok özür diliyor."
Tüm yolcular hep birlikte, bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini alkışlayarak tebrik ettiler.
O yıl, kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından dolayı ödüllendirildiler. Aşağıdaki mesaj, tüm ofislere personelin görebileceği bir biçimde iletildi: "İnsanlar onlara ne söylediğinizi unutabilirler. İnsanlar onlara ne yaptığınızı da unutabilirler. Ama insanlar, onlara kendilerini nasıl hissettirdiğinizi asla unutmazlar"

'Antibiyotik sonrası çağı yaşıyoruz'

'Antibiyotik sonrası çağı yaşıyoruz'

Sağlık Bakanlığı Hastane Enfeksiyonları Bilimsel Danışma Kurulu üyesi Prof. Dr. Recep Öztürk, antibiyotik çağı sonrası döneminin yaşandığını belirterek, "Türkiye kendi sınıfında en çok antibiyotik kullanan ülke konumunda" dedi. Direnci kıyasladığımızda bu durum, Türkiye’yi ortak olduğumuz diğer ülkelere göre çok daha yukarıya taşıyor. Sonuç, hastaları tedavi edemiyoruz" diye konuştu. Prof. Dr. Recep Öztürk, antibiyotiklerin hem tıpta hem de veterinerlikte yaygın kullanıldığını söyledi.

Sağlık bakanlığı Hastane Enfeksiyonları Bilimsel Danışma Kurulu Üyesi Prof.Dr. Recep Öztürk, antibiyotik çağı sonrası dönemin yaşandığını belirterek, "Türkiye kendi sınıfında en çok antibiyotik kullanan ülke konumunda. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve Sağlık Bakanlığı Hastane Enfeksiyonları Bilimsel Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Recep Öztürk, antibiyotiklerin hem tıpta, hem de veterinerlikte yaygın kullanıldığını söyledi. Çiftliklerde tavuklar için büyüme faktörü olarak da kullanılan antibiyotiklere karşı, ne kadar çok kullanılırsa o kadar çok direnç geliştiğini belirten Prof. Dr. Öztürk, "Son yıllarda daha fazla olmak üzere, antibiyotiklere karşı hem toplumdan hem de hastaneden kazanılan enfeksiyonlarda çok ciddi direnç artışı olmaya başladı" dedi.

TAM ETKİLİ ANTİBİYOTİK ARTIK YOK

2013’te Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi’nin ABD için ’Antibiyotik Direnci Tehdidi’ adlı rapor hazırladığını, Dünya Sağlık Örgütü’nün üye ülkelerden veriler elde ederek ’Küresel Direnç Felaketi’ ifadesini kullanarak, Mayıs ayında, bir rapor yayımladığını anlatan Prof. Dr. Recep Öztürk, "Antibiyotikleri kaybediyoruz. Mikroorganizmalar hastalık yapmaya devam ediyor ama elimizde etkili çok az antibiyotik kaldı. Tam etkili antibiyotik artık yok" diye konuştu. Bu durumun artık ’antibiyotik çağı sonrası’ olarak ifadesini bulduğunu aktaran Prof. Dr. Öztürk, antibiyotiklere karşı oluşan direnç nedeniyle ilaç firmalarının da bu konuda Ar-Ge çalışmalarını azalttığını söyledi.

 

HER VAKAYA ANTİBİYOTİK VERİLMEZ

Antibiyotiklere karşı direnç oluşmasında en önemli nedenin gereksiz kullanım olduğunu belirten Prof. Dr. Öztürk, bugün çocuklarda boğaz iltihabının yüzde 35’i, erişkinlerde ise aynı hastalığın yüzde 15’i antibiyotik tedavisine gereksinim duyarken, bu yöndeki her vakaya antibiyotik verildiğini dile getirdi. Bu noktada hasta ve hasta yakınlarının da hekim üzerinde antibiyotik yazması için baskı oluşturduğunu anlatan Prof. Dr. Recep Öztürk, "Yaz geliyor, ishalli hastalıklar doğal olarak artacak. İshalli olgularda yüzde 10- 15 antibiyotik verebilirsiniz. Onun dışındaki olgular kesinlikle antibiyotik vermeyi gerektirmez ama çok daha yaygın oranda antibiyotik kullanılıyor" diye konuştu.

TÜRKİYE KENDİ SINIFINDA LİDER

Türkiye’nin kendi sınıfında en çok antibiyotik kullanan ülke olduğunu belirten Prof. Dr. Recep Öztürk, şunları söyledi:

"Direnci kıyasladığımızda bu durum, Türkiye’yi ortak olduğumuz diğer ülkelere göre çok daha yukarıya taşıyor. Bunun sonucu hastaları tedavi edemiyoruz. Çok daha fazla harcama yapmak, antibiyotikleri birleştirmek zorunda kalıyoruz. Bu durum da hastalara zarar veriyor, toksik etkilere maruz bırakıyor."

Prof. Dr. Öztürk, gereksiz antibiyotik kullanılmasının önüne geçilmesi için toplumun bilinçlendirilmesinin ve eczanelerde reçetesiz antibiyotik satışının yapılmamasının alınabilecek en önemli tedbirler olduğunu aktardı.

Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/saglik-yasam/26487750.asp

16 Mayıs 2014 Cuma

DNA testi nasıl yapılır?

Genellikle polisiye filmlerde ve dizilerde gördüğümüz DNA testi, tıpkı parmak izi yönteminde olduğu gibi kimlik belirlemek için her insanda bulunan şifrelenmiş DNA diziliminin incelenmesidir. DNA profili her insanda farklı bir biçimde şekillendiğinden, bu kodlanmış bilginin incelenmesiyle ile insanların kimlikleri tespit edilebilir. Modern tekniklerin uygulandığı kriminal laboratuarlarda birçok olayın aydınlanmasını sağlayan DNA testi, ayrıca babalık davalarında çocuğun biyolojik babasının belirlenmesinde de yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
Genom Projesi kapsamında başlatılan insan DNA yapısının çözülmesine yönelik araştırmalar sonucu, günümüzde her insanın DNA dizilerinin %99,9 oranında aynı olduğu kesin olarak belirlenmiştir. Her ne kadar tüm insanların DNA dizileri %99,9 oranında birbirine tıpatıp benzese de, hala her insanda farklı olduğu saptanabilecek kadar DNA kodu bulunmaktadır. Bu %0,1′lik kısım her insanda farklı bir şekilde kodlandığından, DNA testi ile bu bölgeye bakılarak kişinin kimliği tespit edilebilir. Mikro Biyoloji biliminde “Değişken Sayılı Bitişik Tekrar” olarak adlandırılan bu DNA dizilimi farklılığı, tüm genom dizilimde belirli oranlarda dizilerle aynı şekilde tekrarlanır.
Kişinin anne ve babası gibi yakın akrabalarında DNA dizilimlerinde büyük oranda benzerlik olduğundan, DNA testi genomdaki bu dizilime bakarak, kişinin biyolojik anne babasının kim olduğunu söyleyebilir. Değişken Sayılı Bitişik Tekrar dizilimi yakın akraba olmayanlarda da benzer şekilde görülebilse de, bu oran %1′den dahi daha az olarak tanımlanmaktadır. Böylece DNA dizilimindeki benzerlikten yola çıkarak oldukça büyük bir oranda doğru kimlik belirlemesi yapılabilir ve böylece farklı durumlara kesin çözümler üretilebilir. 1985 yılında Alec Jeffreys tarafından fark edilen bu DNA dizilim benzerliği, bu zamandan sonra kısa süre içerisinde tüm dünyada uygulanmış ve günümüzde adli davalarda kimlik belirleme konusunda bir delil olarak kabul edilmektedir.
DNA testi ilk olarak ilgili kişiden bir DNA örneği alınmasıyla başlar ve işleme de Referans Örnek alınması denir. Birçok ülkede cinayet davalarında kurbanın vücudunda ya da eşyalarında bulunan kan örneklerinden elde edilen DNA, davalıdan alınan Referans Örneği ile karşılaştırılarak kişinin suçu işleyip işlemediği ispat edilmeye çalışılır. Referans Örnek ayrıca babalık davalarında da yaygın bir şekilde kullanılmaya başlamıştır.
Kaynak : http://www.merakname.com/dna-testi-nasil-yapilir/

6 Mayıs 2014 Salı

Researchers crack the world’s toughest encryption by listening to the tiny sounds made by your computer’s CPU

Acoustic cryptanalysis of RSA decryption keys using a parabolic microphone
Security researchers have successfully broken one of the most secure encryption algorithms, 4096-bit RSA, by listening – yes, with a microphone — to a computer as it decrypts some encrypted data. The attack is fairly simple and can be carried out with rudimentary hardware. The repercussions for the average computer user are minimal, but if you’re a secret agent, power user, or some other kind of encryption-using miscreant, you may want to reach for the Rammstein when decrypting your data.
This acoustic cryptanalysis, carried out by Daniel Genkin, Adi Shamir (who co-invented RSA), and Eran Tromer, uses what’s known as a side channel attack. A side channel is an attack vector that is non-direct and unconventional, and thus hasn’t been properly secured. For example, your pass code prevents me from directly attacking your phone — but if I could work out your pass code by looking at the greasy smudges on your screen, that would be a side channel attack. In this case, the security researchers listen to the high-pitched (10 to 150 KHz) sounds produced by your computer as it decrypts data.
This might sound crazy, but with the right hardware it’s actually not that hard. For a start, if you know exactly what frequency to listen out for, you can use low- and high-pass filters to ensure that you only have the sounds that emanate from your PC while the CPU decrypts data. (In case you were wondering, the acoustic signal is actually generated by the CPU’s voltage regulator, as it tries to maintain a constant voltage during wildly varied and bursty loads). Then, once you have the signal, it’s time for the hard bit: Actually making sense of it.
Acoustic cryptanalysis: CPU instructions
Here you can see the frequency spectrogram of various CPU instructions (down the right hand side)
Without going into too much detail, the researchers focused on a very specific encryption implementation: The GnuPG (an open/free version of PGP) 1.x implementation of the RSA cryptosystem. With some very clever cryptanalysis, the researchers were able to listen for telltale signs that the CPU was decrypting some data, and then listening to the following stream of sounds to divine the decryption key. The same attack would not work on different cryptosystems or different encryption software — they’d have to start back at the beginning and work out all of the tell-tale sounds from scratch.
The researchers successfully extracted decryption keys over a distance of four meters (13 feet) with a high-quality parabolic microphone. Perhaps more intriguingly, though, they also managed to pull of this attack with a smartphone placed 30 centimeters (12 inches) away from the target laptop. The researchers performed the attack on different laptops and desktops, with varying levels of success. For what it’s worth, the same kind of electrical data can also be divined from many other sources — the power socket on the wall, the remote end of an Ethernet cable, or merely by touching the computer (while measuring your body’s potential relative to the room’s ground potential).
A smaller, light-weight acoustic cryptanalysis setup
In this light-weight setup, only the microphone (B) needs to be positioned correctly — everything else could be hidden away, for stealthy snooping
In terms of real-world repercussions, acoustic cryptanalysis is actually surprisingly dangerous. Imagine if you were decrypting some files in a library, coffee shop, or other public space — someone could obtain your decryption key just by placing their phone near your computer. Alternatively, an attacker could use spear phishing to put malware on your phone that listens for the decryption key. With HTML5 and Flash able to access the microphone, it would be possible to build a website that listens for encryption keys too. The researchers propose one particularly nefarious scenario: Put a microphone into a co-located server, slot it into a rack in a data center, and then scoop up the encryption keys from hundreds of nearby servers.
If you want to keep your data secure, you only really have two viable options: Heavy-duty encryption, physical security, and ideally both at the same time. If an attacker can’t get physically close to your data, it instantly becomes much harder to steal it. As far as mitigating acoustic cryptanalysis attacks, you either implement physical security — keep your laptop in a sound-tight box, or never let anyone near your computer when you’re decrypting data — or you need to use a “sufficiently strong wide-band noise source.” Something like a swooping, large-orchestra classical concerto would probably do it.
Research paper: RSA Key Extraction via Low-Bandwidth Acoustic Cryptanalysis [PDF]

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Dünyanın en büyük "güneş tarlası" Konya'da kuruluyor

Dünyanın en büyük "güneş tarlası" Konyada kuruluyor
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Yıldız, güneş enerjisinde lisans ihalelerinin 12 Mayıs'ta yapılmaya başlanacağını belirtti.
REYSAŞ Lojistik tarafından Torbalı ilçesindeki depolarının çatısı üzerinde kurulan ve 840 kilowatt üretim kapasitesiyle Türkiye'nin en büyük "çatı üzeri fotovoltaik enerji santrali", Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız'ın da katıldığı törenle hizmete girdi.
Yıldız, törende yaptığı konuşmada, yenilenebilir enerji kaynaklarının değerlendirilmesine ve çevrenin korunmasına büyük önem verdiklerini ifade etti.
REYSAŞ'ın yaptığı gibi 1 megawattın altında üretim kapasitesi olan ve lisans gerektirmeyen 313 başvuru bulunduğunu, bunların sayısının giderek artacağını belirten Yıldız, enerji yatırımlarında sürdürülebilirliğin de önem taşıdığına işaret etti.
Yıldız, kurulu güneş enerjisi gücü 38 bin megawatt olan Almanya ile Türkiye arasında yapılan kıyaslamaların da bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini dile getirerek, şunları kaydetti:
"Bu yaptığınız bir işin bir üretici şapkası var bir de tüketici şapkası. Bunun beraber olduğunu düşünün, yani siz bir yandan elektrik kullanıyorsunuz, elektrik fiyatlarının pahalı olmaması lazım, bir yandan elektrik üretiyorsunuz fiyatlarınızın ucuz olmaması lazım. Bu bir paradokstur. Türkiye'deki enerji politikaları, stratejileri o paradoksu, vatandaşımız için sürekli pahalı olarak anılan ama üreticimiz için daima ucuz olarak anılan bu yapıyı hamdolsun çözdü."
ALMANYA'NIN YAPTIĞI SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL
Almanya'nın güneş enerjisinde bu kadar kurulu gücü ayakta tutabilmek için her yıl 17 milyar avro sübvansiyon uyguladığını ama bunun sürdürülebilir olmadığını dile getiren Yıldız, "Bizim böyle bir para verme durumumuz olmaz. 17 milyar avro dediğiniz, 50 milyar lira civarında bir rakam. Biz bırakın kendisini, onda birini, yüzde birini bile ayırmıyoruz, ayıramayız. Önemli bir şey söyleyeyim, İspanya, Portekiz ve Almanya'da bu tür sübvansiyon politikalarını geri çekme kararı aldı çünkü bunlar sürdürülebilir şeyler değil. Bizim buraya yaptığımız ve finanse ettiğimiz yapı, sürdürülebilir olan yapıdır hem üretici için hem de devlet politikaları için" diye konuştu.
HEDEF 600 MEGAWATT
Bakan Yıldız, yenilenebilir enerji yatırımlarını bu anlayış ve sağlam bir altyapıyla dünyaya model olacak şekilde kurguladıklarına değinerek, şöyle devam etti:
"Güneşte hedefimiz, ilk anda 600 megawatt civarında. Bu 600 megawatt için tam 15 katı, yaklaşık 9 bin megawattlık müracaat geldi ve 12 Mayıs'ta da ilk ihalemize başlıyoruz ve güneş enerjisiyle alakalı bunu mutlaka yaygınlaştıracağız. Altyapısını sağlam kurmadan, yalnızca üreticiye para vererek bu işler olmuyor çünkü bizim verdiğimiz para, vatandaşımızın parası. Yani o sübvansiyon rakamlarını çok iyi kurgulamamız lazım. Biz şu anda ürettiği politikalarla yaklaşık 10-12 ülkeye başbakanlık seviyesinde danışmanlık veren bir ülke haline geldik. Genel müdürlerimizin geçici görevle her ay 10 günlüğüne, bir haftalığına dışarı giden ve o ülkenin enerjisiyle alakalı modelinin oluşmasına yardımcı olan bir yapımız var. Bu son derece önemli. O yüzden ben Türkiye'de yapılan bütün bu işlemlerde, inşallah doğruyu gördüğümüzü ve mutlaka bu çerçeveyi daha da genişleteceğimizi söylüyorum."
KONYA'DA DÜNYANIN EN BÜYÜK "GÜNEŞ TARLASI" KURULACAK
Güneş enerjisi potansiyelinin değerlendirilmesi için çok büyük projelere de sahip olduklarını vurgulayan Yıldız, bu kapsamda Konya Karapınar'da 3 bin megawatt güce sahip dünyanın en büyük güneş enerjisi santralinin kurulacağını bildirdi.
Yıldız, bu projeyle dünyanın bu alandaki en büyük firmalarının talepte bulunduğunu belirterek, şunları söyledi:
"Konya Karapınar'da 3 bin megawattlık bir tesis kuruyoruz. Bu dünyanın en büyük güneş tarlası olacak. Bu 60 bin dönümlük yerde, hani nasıl denize baktığınızda ufuk çizgisinde, denizle hava birleşir, bizzat gidip yerinde gördüm karayla havanın birleştiği dümdüz bir arazi düşünün ve tarıma müsait değil. Yarım metre altında kireç var. Burada dünyanın en büyük güneş tarlası için talepkar olan dünya devlerinden firmalar var. Buranın altyapısını TEİAŞ ile gerçekleştiriyoruz ve burada 3 bin megawatlık bir güneş tarlası kurma imkanımız hamdolsun olacak. Bu yalnız Türkiye'nin, bölgenin değil, aynı zamanda dünyanın en büyük güneşle alakalı projesi olacak. Çok iddialı bir proje ama bunu yapabilecek kabiliyete sahip olduğumuzu gördüm."

25 Nisan 2014 Cuma

Google Neden En Başarılı Arama Motoru?

Başımız sıkıştığında her zaman başvurduğumuz "Google Amca"mız diğer arama motorlarının önüne nasıl geçti? En başarılı arama motoru olması, stratejik bir planmıydı? Yoksa parası olanın mı borusu ötüyordu? Ünlü araştırma ve geliştirme labaratuarlarının kurulmasına kadar olan süreçte Google'ı ve arama motorları hakkında detaylı bilgiye yazımızdan ulaşabilirsiniz.
Günde milyarlaca kez arama yapıldığını düşünürsek, bunu kusursuz ve en iyi şekilde gerçekleştiren arama motorları aslında bir sanat ürünüdür. Saliseler için önümüze binlerce seçeneği koyan arama motorları, bizim internetteki en iyi yardımcımızdır. Zamanın çok önemli olduğu şu dönemler de ve bize bilgiyi en hızlı şekilde ulaştıran arama motorları arasından Google neden öne çıktı? Google'ın en başarılı arama motoru olmasının sebebi neydi? Bu sorunun cevabını vermeden önce ilk olarak "Arama Motoru" kavramına değinelim.

Arama Motoru Nedir?

Arama motorları internet üzerindeki içerikleri bizim istediğimiz sorguya göre uygun siteleri karşımıza çıkaran mekanizmalardır. Arama motorlarının bize sunduğu binlerce seçeneği daha önceden görmüş yani o siteyi ziyaret etmiş olması gerekmektedir. Unutmayalım arama motorları gitmediği, görmediği yada hatırlayamadığı siteleri bizim karşımıza çıkaramaz. Bu yüzden bir arama motorunun en iyi sonuca ulaşması için tüm siteleride bilmesi gerekmektedir.

Arama Nasıl Çalışır?

Google da bir arama yaptığınızda neler olduğuna bakalım.

Google'da bir arama yaptığınızda tüm internet sitelerinde arama yaptığınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Google bu aramaları kendi dizinlerinde olan siteler üzerinden yapar, yani bildiği siteler üzerinden yapar. Dediğimiz gibi arama motorları bilmediği siteleri bizim karşımıza çıkaramaz. Bu işlem örümcek adı verilen yazılım ile yapılır. Örümcek dediğimiz bu yazılım iste, ilk olarak birkaç site getirir ve bu sitedeki diğer bağlantıları takip eder. Daha sonra bu sitelerdeki bağlantılarıda takip eder ve böylelikle milyarca sitede dolaşarak o sitelerin Google tarafından tanınmasını sağlar.

►İlginizi Çekebilir: Google Veri Merkezi

Bir arama yapmak için arama çubuğuna ilgili kelimeleri yazdıktan sonra enter tuşuna bastığınız da Google ilgili kelimelere göre kendi dizininden sonuçları arar. Fakat ilgili kelimelerle ilgili binlerce sonuç bulabilir ama en doğru sonucu bize getirmesi gerekmektedir. Yani bizim istediğim sonucu getirmelidir. Peki binlerce sonuç arasından Google en doğru sonucu nasıl buluyor? 200 den fazla soru sorarak doğru sonuca ulaşmaya çalışıyor. Peki nasıl sorular soruyor? Aradığımı kelimeler başlıktamı geçiyor, içerikte kaç tane bu kelimeden bulunuyor, aradığımız kelimeler yan yanamı yoksa aradığımız kelimeler URL demi geçiyor, kelimelerin eş anlamlıları bulunuyor mu gibi birçok soru sorarak en doğru sonucu bizim karşımıza getiriyor. İşte tüm bu işlemler saliseler içinde olur.

Google sitenizi daha öne çıkarmak yada sitenizi daha çok güncellemek için para talep etmez.

Aramaya başlamadan önce, arama yaparken ve arama sonrasındaki yarım saniyeden az bir sürede neler olduğunu bir de SALİSELER İÇİNDE ARAMA başlıklı grafikle daha detaylı inceleyelim.

Google Neden En Başarılı Arama Motoru

İlk olarak bu konuya kısaca değinelim. Daha sonra yıllara göre Google'ın neler yaptığını inceleyelim.

Google, öncesinde arama motorları ile alakalı sonuçları değilde kim daha çok ödeme yapıyorsa öncelikli olarak onun sunduğu bilgileri arama sonuçlarında gösteriyordu. Ayrıca bunun yanında ise google etiketlere yani anahtar kelimelere göre değil içeriğe göre arama sonuçlarını gösteriyordu. Yani içeriğe güveniyordu. Fakat içerik sahipleri bu durumu kendi yazdıklarını öne çıkarmak için içerikte alakalı ya da alakasız bilgilere yer vererek yazının ön plana çıkması için kullanıyordu. Böylelikle Google'ın bu sistemi bir tür pazarlama yöntemine dönüşmüştü. Google bir süre sonra bu sistemden vazgeçerek yeni sistemler geliştirmeye çalıştı.



Daha sonra yeni bir sisteme dönen Google, yeni bir değerlendirme algoritması geliştirdi. Bu sistemde, her bir internet sitesinin kaç farklı site tarafından bağlantı olarak verildiği raporladı. Bu uygulama aslında bir güven göstergesiydi. Yani güvenilen ve çok iyi tanılan sitelerin verdiği linkler Google'a referans olmuştu. Böylelikle bu sitelerin içeriğinin güvenilirliğini artırıyordu. Bu sistemle birlikte daha sağlıklı arama sonuçları karşımıza çıkıyordu. Bu yeni sistem ise Google AdWords adlı sistemle tamamlandı.

Google işte bu sistemi daha sonra kusursuz bir şekilde geliştirmeye devam etti. Burada şunu da söylemek gerekir. Google ilk arama motoru değildir. Yani ilk olmak her zaman başarılı olacağı anlamına gelmez. Google ise bunun en güçlü örneğidir.

Yıllara Göre Google Gelişimi - Aramanın Evrimi

1996: Google 1996 yılında bir arama projesi olarak başladı. O ünlü garajlardan birinden ortaya çıktı. Amacı, kullanıcıyı aradığı sonuca daha hızlı ve doğru bir şekilde ulaştırmaktı.
1997: Google.com tescil edildi.

2000: Google AdWords sistemi geliştirildi. Bu zamana kadar hiç reklam almayan Google, bu süreden sonra ise reklam almaya başladı ve arama sonuçlarında da bu reklamları göstermeye çalıştı. Ama bu reklamların arama sonuçlarıyla ilgili olması gerekirdi. İşte bu Google'ın en çok üstünde durduğu ve çalıştığı bir sistemdi. Artık bu sistemle markasını pazarlamak isteyen herkes belli bir bedel ödemek zorundaydı. Google buradan elde ettiği gelirle öncelikli olarak arama motorunun geliştirilmesi için kullandı. Daha sonra ise o ünlü araştırma ve geliştirme labaratuarlarını açtı.

2001: Bu zamana kadar çok iyi çalışan bir sistem vardı. Fakat kullanıcılar bu kadarıyla yetinmiyordu. Daha doğru bilgi edinmek istiyordu. Sadece web sayfaları değil belki bir resim ya da bir kitap ta aramak istiyorlardır. Bunun ilk aşamı olarak Görsel Arama, Google'a eklenmiş oldu. 1 resimin binlerce kelimeye bedel olduğunu bilen google resim aramalarına da oldukça önem verdi. 

2001: Fakat bu yıl içinde Google'ın farkettiği bir sorun vardı. 11 Eylül olaylarıyla ilgili arama yapıldığında Google, o zamanın güncel olayıyla ilgili hiç bir arama sonucu göstermiyordu. Alakasız sonuçlar çıkıyordu.  Çünkü Google'ın taradığı dizinler arasında haberler yoktu. İşte Google Haberlerin ortaya çıkışı bu şekilde başlamış oldu.

2002: "Evrensel Arama" kavramı bu tarihlerde ortaya çıktı. Yani kullanıcılar eğer bir web sitesi varsa bunu Google'ında bilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu düşünce sadece siteler için değil resimler, haberler, videolar gibi birçok sonucuda Google'da aradığında bulmak istiyordu. İşte bu Evrensel Arama kavramının ortaya çıkmasıyla arama sonuçlarında sadece sitelere değil resimler ve videolar görebiliyorsunuz.

2010: Günümüze doğru yaklaştığımızda iste Google artık bizim düşünmemize bile izin vermiyordu aslında. Google Instant özelliği ile arama yaparken entera basmanıza gerek yoktu artık. Hatta daha birkaç harf yazmaya başladıktan sonra Google size sonuçları getirmeye başlıyordu. Gerçekten bu çok önemli bir gelişme ve kullanıcılar için büyük kolaylık sağlar hale gelmişti.
►İlginizi Çekebilir: Google 15 Yaşında!

Gelecekte Arama Motorları

Şu anda mevcut arama motorları çoğu ihtiyaçlarımızı karşılıyor, fakat geliştirilmeye devam ediyor tabiki. Fakat artık bundan sonra arama motorlarından şimdiki zamanı yada geçmiş zamanı bize sunmasından çok gelecekte neler olacağına dair tahminler yapıp bize sunması olacak. Peki bu mümkün mü? Malesef bekleyip görmekten başka çaremiz yok.

Google aslında her yaptığı işi sürdürebildi mi? Google kurucuları(Larry Page, Sergey Brin) 2004 de TED konferansında konuşmacı olarak çıktıklarında birçok hizmetlerinden bahsetmişlerdi, belki çoğunu günümüzde de kullansalarda bazılarını kapattıklarını görebilirsiniz. Google gibi bir dev bile her yaptığı işte başarılı olamamıştır fakat sürekli arayış içinde olması Google'ın en önemli özelliklerinden birisidir.

Google işte bu şekilde birçok arama motorundan önce birçok yeniliğin temellerini çok öncelerden atarak hep önde olmuştur. Sürekli arayış içinde olmasıda tabiki Google'ı öne çıkaran sebeplerden biri diyebiliriz.

Peki siz Google da her aradığınıza hızlı bir şekilde ulaşabiliyor musunuz? Google'dan yeni bir hizmet isteyecek olsanız ne isterdiniz? Ve Google'ın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?





Kaynak:

►Populer Science
►Google

Güneş Enerjili Uçaklar

Günümüzde fosil kaynaklı yakıtların tükenmeye başlaması veçevreye verdiği zararın etkilerinin gözle görülür duruma gelmesi, alternatifenerjinin her alanda daha fazla denenmesini sağlıyor. Bu duruma en iyi örnek olarak güneş enerjisi ile uçan uçakları verebiliriz. Peki bu güneş enerjisi ile çalışan uçaklar nedir? Nasıl çalışır? Bu kadar enerjiyi nasıl sağlar?

Günümüzde fosil kaynaklı yakıtların tükenmeye başlaması ve çevreye verdiği zararın etkilerinin gözle görülür duruma gelmesi, alternatif enerjinin her alanda daha fazla denenmesini sağlıyor. Bu duruma en iyi örnek olarak güneş enerjisi ile uçan uçakları verebiliriz.
 

Telgraf Memurundan Büyük Buluş!

Güneşin ihtişamı ve her gün bitmez ve tükenmez enerjisini dünyaya göndermesi insanoğlunun her zaman ilgi odağı olmuştur. Öle ki güneşi tanrı olarak seçen ve ona tapan tarihte birçok kavim bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan araştırmalar sonucunda dünya üzerindeki toplam rüzgar enerjisi potansiyeli 2-4 TW arasında, hidroelektrik enerji kaynağı 0,5TW, jeotermal enerji kaynağı 12TW, gelgit ve okyanus akıntılarından üretilebilecek enerji miktarı 2TW ve kullanılabilecek güneş enerjisi miktarı ise 120000 TW olduğu tespit edilmiştir. Bu veriler güneşin mucizevi bir yapıda olduğunu kanıtlamaktadır. Son yüzyıllarda güneş ile ilgili yapılan çalışmalar daha fazla güneş enerjisinden yararlanmaya yönelmiştir. 19. yüzyılın son çeyreğinde güneş enerjisinden elektrik üretmek için güneş pili veya fotovoltaik pil denilen yapılar geliştirilmiştir. Güneş pillerinin çalışma prensibi fotoiletkenlik (bazı maddelerin, üzerlerine ışık düştüğünde elektrik dirençlerini büyük ölçüde yitirerek daha iletken duruma gelmesi) özelliğine dayanır. Bu etkiyi, İngiliz Posta İdaresi’nde çalışan Joseph May adlı bir telgraf memuru 1861′de bir rastlantı sonucunda bulmuştur. May, kullandığı telgraf aletinde zaman zaman ortaya çıkan bozuklukların selenyum dirençler üzerine düşen güneş ışığından kaynaklandığını fark etmiştir.
 
 
 Fotovoltaik piller bir yüzey şeklinde üretilirler ve kullanılacak alan için kolayca şekillenebilir ve tasarlanabilir. Genellikle kare, dikdörtgen ve daire biçiminde olup alanları 100 santimetrekare ve kalınlıkları 0.2 ve 0.4 milimetredir. Yapısal olarak N ve P eklemlerinden oluşan bir diyota benzer. Güneş ışınları yani fotonlar, yüzey üzerine düşmesiyle yüzeydeki elektronları konumundan kopartır ve eklem üzerinde harekete geçmesini sağlar. Böylece kullanılabilir bir elektrik akımı oluşur.
Güneş pilleri yapımında en çok silisyum, galyum arsenit ve kadmiyum tellür yarı iletkenleri tercih edilir. Bu malzemelerin kullanılabilmesi için n veya p tipi katkılanmaları ( Saf yarı iletken eriyik içerisine istenilen katkı maddelerinin kontrollü olarak eklenmesi ile yapılır ve elde edilen yarı iletken bileşimin n veya p tipi olması katkı maddesine bağlıdır.) gerekir.
 
Güneş pilleri, yapımında kullanılan malzemeye göre isimlendirilir ve çok fazla çeşidi bulunur. Kullanılan malzemeye göre de verimliliği %5 den %43 a kadar değişmektedir.(Son olarak New South Wales Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Martin Green ve ekibi %43 verimli güneş paneli üretmeyi başarmış ve dünya rekorunu ele geçirmiştir.) Ancak maliyet açısından piyasada %5 ila %20 verimliliğe sahip güneş pilleri kullanılır.

Son 50 yılda güneş pillerinin verimliliğinin artması ve çok ince olarak tasarlanabilmesi, elektriğin ve güneş ışınlarının var olduğu her alana girebilmesini sağlamıştır. Bu alanlardan biride uçaklardır. 1957 yılında güneş pili ile uçan ilk model uçak yapılmış ve başarıyla uçmuştur. Tabi ki bu başarı ‘acaba gerçek uçaklar için güneş pili kullanılabilir mi?’ sorusunu da beraberinde getirmiş ve güneş enerjisiyle şarj edilen pillerle ilk kez 1974 yılında ABD’de Sunrise adlı 12 kg ağırlığa sahip askeri bir insansız hava aracı uçmayı başarmıştır. Güneş enerjili ilk insanlı uçak ise 1979 yılında ABD’de üretilmiştir. Mauro Solar Riser adı verilen uçağın kanatları üstündeki güneş enerji panelleri 350 watt güç üretebilecek kapasiteye sahipti. Ancak panellerin verimsizliği sebebiyle uçak yerde 1,5 saat şarj edildikten sonra havada 4-5 dk. kalabiliyordu. Sonuç iyi olmasa da uçmayı başarabilmesi ile diğer uçak tasarımlarına örnek olmuştur.
 
1980’li yıllarda birçok ülkede güneş enerjili uçak projeleri başlatılmıştır. Ancak 1983 yılına kadar hiçbir proje, Alman G. Rochet tarafından geliştirilen Solair-1 adlı güneş enerjili uçak kadar başarılı olmamıştır. Solair-1, kanatlarında 2500 adet güneş pili barındırması ve hafif tasarımı ile hava 5,5 saat kadar kalmayı başararak rekor kırmıştır.
 
 
NASA’da bu yıllarda güneş enerjili uçak projesini başlatmasına rağmen ilk başarılı uçağını 1995 yılında uçurmuştur. Pathfinder adı verilen uçak bir insansız hava aracı idi. Uçak, 8 adet elektrik motoru ve 30 metre kanat açıklığı ile havada 12 saat kalmayı başardı ve Solair-1 ‘in rekorunu tam 12 yıl sonra kırdı.
 
 
Alınan başarılı sonuçlar üzerine NASA uçak projelerine devam etti. Önce Pathfinder’in kanat açıklığını 37 metreye çıkararak 25 bin metre yükseklikte uçmasıyla yeni bir rekor daha kırıldı. Ardından Helios adlı ikinci güneş enerjili insansız hava aracı geliştirildi. Helios’un hedefi 30 bin metreye çıkmak ve 24 saat uçabilmekti. İlk kez 1999’da uçan Helios’un kanat açıklığı 75 metre ve jumbo jet Boeing-747’den daha uzundu. Motor sayısı 14 olan uçak, 2001’de 29,5 kilometre yüksekliğe çıkarak rekor kırdı.

Hazin son: 

2003’te okyanusa düşüp parçalandı
 

 
Strafor (köpük), karbon fiber, epoksi reçinesi ve kevlardan yapılan uçak çok hafifti. Havai üzerinde uçarken 2003’te okyanusa düşüp parçalandı.
 
Bugüne kadar yapılan en iyi güneş enerjili uçak ise Lozan kentindeki Federal Teknik Üniversitesi’nde geliştirildi. Solar Impulse adı verilen uçağın tasarımı B. Piccard ve A. Borschberg tarafından yapıldı.
 
 
Tasarımı 2003’te başlayan uçak 6 ülkeden 50 uzman ve 100 danışman tarafından geliştirildi. Tek kişilik uçağın kanat açıklığı 63,4 metre, kanat yüzeyi 200 metrekare, güneş enerji hücre sayısı 11.628 adet, elektrikli motor sayısı 4 adet, hızı 70 km/saat ve maksimum uçuş yüksekliği 12 bin metre. Uçak ilk test uçuşunu 2009 yılında yaptı ve basının büyük ilgisini çekti. 7 Nisan 2010’da yapılan ikinci uçuşunda ise 1200 metre yükseklikte 1,5 saat havada kalmayı başardı. Gündüz uçuşlarında güneşten elde edilen elektrik enerjisi, uçağı uçurabilecek ve gece için pilleri dolduracak güce sahip olacak şekilde tasarlandı. Gece uçuş testi için uçak, 8 Temmuz 2010’da sabah 7.00’de havalandı ve ertesi sabah 9.00 da piste indi. Böylece 26 saat boyunca 8-9 bin metre yükseklikte güneş enerjisi ile uçan ilk pilotlu uçak unvanının sahibi oldu.

Hedef: 2013'te Dünya Turu

Uçağın hedefi, 2013’te tümüyle güneş enerjisi kullanarak dünya çevresinde tur atması olarak belirlendi. Saatte 70 km hıza ulaşabilen uçak, (yolcu uçaklarının hızının saatte 900 ila 1000 km arasında olduğu düşünülürse) dünya turunu 20-30 günde yapması bekleniyor. Uçak aylarca yere inmeden uçabilecek kapasitede geliştirildi. Ancak dünya turunda pilotun dinlenmesi için uçağın yeni modeli daha büyük tasarlandı ve pilot sayısı ikiye çıkartıldı. Yeni uçağın kanat açıklığı 80 metreye çıkartıldı ve pilot kabini de yolcu uçaklarında olduğu gibi basınçlı hale getirildi. Dünya çevresinde tur atmak için önce okyanusu aşma testleri, ardından dünya turunun bir kaç etapta tamamlanması hedefleniyor. Daha sonra sürekli uçarak dünya turu atması planlanıyor.
 
 
Solar Impulse, 2013 te dünya turunu gerçekleştirebilir ise şüphesiz dünya çapında büyük bir ilgi kaynağı olacaktır. Bu tür projeler alternatif enerji kaynaklarının kullanımı adına büyük bir adım ve teşviktir. Ancak gerek güneş pillerinin verimliliğinin hala istenen seviyeye ulaşamaması, gerekse kara da bile güneş enerjisi sistemlerine gereken önemin verilmeyişi güneş enerjili uçakların hayatımıza adapte olmasını için çok uzun yılların olduğunu anlamına geliyor.
Kaynak :https://www.blogger.com/blogger.g?blogID=2678957149786784402#editor/target=post;postID=5683004778929771727

16 Nisan 2014 Çarşamba

Güneş Panelleri Yapımı ve Çalışma Mantığı

GÜNEŞ PANELLERİ NASIL ÇALIŞIR

Güneş paneli, üzerinde güneş enerjisini soğurmaya yarayan birçok güneş hücresi bulunduran bir enerji kaynağıdır. 8-24 panellik bir sistem, ihtiyaç olan yerlerde rüzgar enerjisinin de desteği ile normal bir evin tüm elektrik ihtiyacını karşılayabilir. Endüstri uygulamaları veya elektrik santralleri için binlerce güneş panelinin kullanıldığı büyük sistemler kurulmaktadır. Bir güneş hücresinin performansı verimi ile ölçülür. Aldığı enerjinin yüzde kaçını kullanılabilir elektriğe dönüştürdüğü verimi belirler.

Sadece belli dalga boylarındaki ışık elektriğe dönüştürülebilir, geri kalan büyük miktar hücreyi oluşturan madde tarafından ya emilmekte ya da yansıtılmaktadır. Paneller, mevsimlere bağlı olarak farklı açılarla güneşe doğru yönlendirilerek her mevsimde azami verim alınması mümkün olmaktadır. Türkiye için genelde geçerli olan 60º kış eğimi sayesinde ve panel camlarının özelliği nedeni ile buzlanma veya kar birikmesi engellenmektedir. Güneş panellerinin çıkışına takılan özel güneş regülatörleri ile 12 ay boyunca en optimal koşullarda akü şarjı yapılmaktadır. Akülerde depolanan enerji yüksek verimli tam sinüs DC-AC (doğru akım - alternatif akım) çeviriciler ile 220 V AC akıma çevirilebilmektedir.


GÜNEŞ PANELLERİ NASIL YAPILIR

Güneş ışığı ve yarı iletken silikonun etkileşimi ile artı ve eksi yükler dolayısıyla bir voltaj farkı ortaya çıkar. Metal bağlantılarla iletilen, doğru akım özelliğine sahip, çok sayıda güneş hücresinin tek ünite altında bir araya getirilmesi ile -17 verimle 130W a kadar enerji sağlayabilen güneş panelleri üretilir. Bu paneller, ilk kez uzay araçlarına elektrik sağlanması amacıyla kullanılmış, zaman içinde kapasiteleri arttıkça kullanım alanları yaygınlaşmıştır. Güneş panelleri, güneş ışığını direk olarak elektriğe çevirir. PV (Fotovoltaik) hücreleri, daha önce saat ve hesap makinelerinde kullanılmıştı. Güneş ışığı, bu maddeler tarafından emildiğinde, elektronlar bulunduğu atomlardan ayrılarak madde içinde serbest kalır ve böylece elektrik akımı oluşur. Işığın (foton), elektriğe (voltaj) dönüşümüne fotovoltaik efekt adı verilmiştir. Yeni paneller, gölgeli havalarda bile önemli miktarda elektrik enerjisi üretebilmektedir. Güneş enerjisi mekan ısıtma, su ısıtma, arıtma amaçlı kullanılabilir. Ülkemizde kollektör üretimini daha iyiye kanalize etmek ve standard bilincinin oluşmasına yardımcı olmak amacına yönelik olarak EİE Yenilenebilir Enerji Kaynakları Araştırma Parkına bilgisayar destekli bir güneş kollektörü test standı tesis edilmiştir. Türk Standartları Enstitüsü ile yapılan protokol çerçevesinde TS - 3680 standardının ısıl performans deneyleri bu standda gerçekleştirilmektedir. Ayrıca üreticilerin geliştirdikleri ürünler de bu standda ücretsiz olarak test edilmektedir. Gün boyunca güneş enerjisinden üretilen elektrik ile akü şarj edilerek, geceleri lamba çalıştırılmaktadır. Güneş pili aydınlatma birimi, 48 Wlık 2 adet güneş pili modülü, 65 Ah-12 V kuru akü ve 20 Wlık PLC lamba, 100 VA gücünde, 12VDC / 220VAC sinüs dalga invertör ve şarj regülatörü birimlerinden oluşmaktadır. Bu birimlerden 2 tanesi Ankara AOÇ Atatürk Evi önünde, 2 tanesi ise Aydın Yenihisar Güneş ve Rüzgar Enerjisi Araştırma Merkezinde bulunmaktadır.

Güneş Panelleri Çalışma Mantığı
Güneş panelleri artı (+) ve eksi (-) iyon yüklü yarı iletken silikon adı verilen maddelerden imal edilir. Bu yarı iletken silikonlar güneşten gelen ışınların üzerlerine düşmesiyle içlerindeki artı ve eksi yüklü iyonların harekete geçmesi sonucu ortaya elektrik enerjisi ortaya çıkar. Bu enerji bir akü yardımıyla şarj edilir yani biriktirilir ve gerektiğinde kullanılabilir.

Güneş panellerini üreten firmaların başında Sharp firması gelir ve sektörün en büyük firmasıdır. Ancak günümüzde arz-talep dengesinden dolayı çok büyük fiyatlar karşılığında güneş enerjisi panelleri satılmaktadır.

Güneş panelleri Güneş canlılar için hem ısı hem ışık kaynağıdır.Bilinen en eski birincil enerji kaynağı olan Güneş enerjisi bu kullandığımız pek çok enerji kaynağının kökenidir.Temiz ve yenilenebilir enerji kaynağı olarak nitelendirilen güneş enerjisi tüm dünyada kullanılan enerji miktarına karşılık gelmektedir.Peki günümüzde güneş enerjisinden nasıl faydalanılmaktadır? Güneş enerjisini doğrudan elektrik enerjisine çevirmek mümkündür.Bunun için güneş panellerinden faydalanılır. Güneş panelleri şu mantıkla çalışır.

1. Güneş ışınları güneş panellerine çarparak doğru akım veya DC elektrik üretir.
2. Üretilen elektrik enerjisi bataryada depolanır.
3. DC elektrik enerjisi evlerimizde kullandığımız araçların çalışması için gerekli olan AC elektrik enerjisine dönüştürücü vasıtasıyla dönüştürülür.
4. Fazladan üretilen elektrik enerjisi şehir cereyanına bağlanarak başkalarınada satılabilir.


Güneş Enerjisi İle Çalışan Su Isıtıcısı Yapımı (Nasıl Yapılır?)

Nelere ihtiyacımız var?
1. 10 Adet pipet (Kamış)
2. Yaklaşık 10x30x30 cm ebatlarında karton kutu
3. Alüminyum folyo
4. 35x35 ebadında karton kutuyu kapatacak büyüklükte cam
5. Makas
6. Koli bandı
7. Sıvı yağ
8. Yapıştırıcı
9. Metal kola kutusu

Nasıl Yapılır
1. Pipetlerin uçlarını birbirinin içine sokarak aşağıdaki şekli oluşturunuz. Pipetlern birleşme yerlerini izole bantla iyice bantlayarak su sızmasını önleyiniz.
2. Eğer karton kutunun derinliği 10 cm.'den daha fazla ise karton kutunun üst kısmını keserek derinliği 10 cm'ye getiriniz.
3. Karton kutunun içini yağ sızdırmayacak şekilde alüminyum folyo ile kaplayınız.
4. Karton kutunun kenarlarından delik açarak pipetlerden hazırladığınız boruyu kutunun içine yerleştiriniz.
5. Karton kutunun içini yağla doldurup camı yağ sızdırmayacak şekilde kutunun üstüne yapıştırınız.
6. Metal kutunun altına doğru bir yerden delik açınız Açtığınız deliğe pipetlerden hazırladığınız borunun ucunu sokunuz. Su sızdırmaması için bağlantı yerini yapıştırınız.
7. Panelinizi güneş olan bir yere bırakarak metal kutuyu suyla doldurunuz.
8. Metal kutunun içindeki suyun sıcaklığı ile borunun diğer ucundan çıkan suyun sıcaklıklarını karşılaştırınız.

Nasıl açıklayacağız?
Güneş enerjisinin ulaştıkları cisimleri ısıttığını gösteren bu etkinlik, güneş panellerinin nasıl çalıştığını modellemek amacıyla yapılmıştır.Görüldüğü gibi güneş panelleri içinde yağ bulunan bir kutunun içinden geçirilen ince borulardan oluşmaktadır. Su, bu borular içinden geçerken sıcak yağ, suyu ısıtmakta ve sonuçta soğuk su ısınmaktadır. Bu sayede güneş enerjisinden ısınmada yararlanılabilmektedir.

Kaynak: Türkçebilgi

8 Nisan 2014 Salı

Türk Bilim İnsanlarından Müthiş Buluş!


SON yıllarda ABD başta olmak üzere Avrupa ülkelerinde trend olan Kinoa ( quinoa ) bitkisi Türkiye’de yeni yeni tanınmaya başladı.
                                                                                                                   
Türk bilim insanlarının geliştirdiği nanokompozit ısı yayan tekstil maddesi, insanoğlunun ısınma ihtiyacına devrimsel bir çözüm getirdi. Patenti alınan teknolojiyle artık kumaşlar, soba işlevi görecek. Konut ısıtmasından astronot kıyafetlerine, modadan savunma sanayine geniş bir alanda önemli değişiklikler sağlaması beklenen buluşun kullanıldığı ilk ürün ise "portatif sauna" oldu.


DÜNYAYI KURTARACAK BİTKİ
DEVRİMSEL BULUŞ

Kalkınma Bakanlığı desteğiyle Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesinde kurulan ve yerli kaynaklardan yüksek katma değerli teknolojiler geliştirmeyi amaçlayan Elektronik Malzeme Üretim ve Uygulama Merkezi (EMUM), yarattığı patentlerle dikkati çekiyor. Nanoteknoloji ve kimya teknolojileri konusunda dünyada ilk kez geliştirilen çok sayıda buluş için patent alan merkez, ısı yayan nanokompozit film ve tekstil maddeleri geliştirilmesi projesiyle ısınma teknolojisinde devrimsel bir buluşa imza attı.

EMUM Müdürü Prof. Dr. Erdal Çelik ve DEÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Mustafa Erol'un 2007'de başladıkları ısı yayan nanokompozit malzeme geliştirmesi projesiyle portatif sauna, konut ve seralar için yerden ısıtma sistemi, kombiler için su ısıtma sistemi, ısı yayan halı ve battaniye gibi ürünler geliştirildi. Isı yayan tekstil malzemesiyle ilgili AA muhabirine açıklama yapan Prof. Dr. Çelik, dünyada sayılı bulunan gelişmiş cihazlara sahip merkezde günlük hayata uygulanabilecek nanoteknoloji projeleri üzerinde çalıştıklarını, metrenin milyarda biri büyüklüğündeki ölçeklerde çalışarak hayatı kolaylaştıracak işlevsel malzemeler geliştirmeyi hedeflediklerini söyledi.

6 YILLIK ÇALIŞMA

Nanoteknolojik müdahaleyle ısı yayan malzemeler geliştirme fikri üzerinde yürüttükleri tartışmalar sırasında nihai ürün olarak portatif bir sauna üretip üretemeyeceklerini görmek üzere proje geliştirdiklerini anlatan Çelik, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın San-Tez Programı kapsamında desteklediği projeyle demir çelik sektöründe metallerin eritildiği kazanlarda kullanılan bir karbon türevi olan grafit malzemesini nano boyutlara uygulamaya çalıştıklarını söyledi.

6 yıl süren çalışma kapsamında öğüterek nano boyutlara indirgedikleri grafitleri, polimerler vasıtasıyla tekstil ve film malzemelerinin üzerine işlediklerini anlatan Çelik, 12 voltluk elektrikle ısı yayan malzemenin homojen bır ısınma sağladığını ifade etti.

Isı yayan tekstil ya da filmin en fazla kaç dereceye ulaşabileceğini önceden belirleyebildiklerini anlatan Çelik, geliştirdikleri malzemenin istendiği gibi kıvırılıp katlanabildiğini, esnetilebildiğini söyledi.

Klasik ısıtıcılarda ısınmanın metal rezistanslar aracılığıyla yapılabildiğini, tel üzerinde çok yüksek derecede oluşan sıcaklığın ortama yayılarak ısı oluşturulduğunu, nanokompozit malzemede ise ısınmanın malzemenin tamamında homojen olarak gerçekleştiğini, bunun da klasik sisteme göre daha güvenli ve düşük maliyetli ısınma imkanı sağladığını ifade etti. "Isı teknolojilerinde devrim yaratacak bir teknoloji geliştirdik" diye konuşan Çelik, teknolojiyi kullanarak şu ana kadar portatif sauna, ısı yayan halı ve battaniye ürettiklerini anlattı.  Ürettikleri portatif saunayı halen evinde kullandığını söyleyen Çelik, şöyle konuştu:

"2 metrekarelik nanokompozit filmle kapladığımız yüzeyi kıvırarak silindir bir odacık şeklindeki portatif sauna haline getirebiliyoruz. Saunanın içinde 75 derecelik bir sıcaklık oluşuyor. Nanokompozit malzemeyle ürettiğimiz diğer bir ürün de ısı yayan halı. Serili olduğu alanda ısı yayan bu malzemeyi konutların yerden ısıtmasında da kullanabiliyoruz. Malzemenin seri üretimi için firmalarla görüşme halindeyiz. Bu ürünün günlük hayatta kullanımı ilk olarak ısı yayan halı, portatif sauna ve küçük boyutlu ısı yayan tekstil ürünleriyle başlayacak. Isı yayan battaniye ve kıyafetler üzerinde iyileştirme çalışmalarımız devam ediyor."

MALİYETLER DÜŞECEK

Dr. Mustafa Erol ise yaptığı açıklamada, ısıya ihtiyaç duyulan her alanda kullanılabilecek bu malzemenin çok ucuz hammaddelerle üretildiğini, diğer ısınma araçlarına göre daha düşük kurulum ve çalıştırma maliyetine sahip olduğunu söyledi.

Laboratuvar koşullarında metrekaresi ortalama 100 liralık toplam maliyetle üretilen malzemenin seri üretime geçilmesi halinde çok daha ucuza mal edilebileceğini ifade eden Erol, konutların nanokompozit malzemeyle doğalgaza göre çok daha ucuza ısıtılabileceğini ifade etti. Sistemin giysiler üzerinde denemelerinin devam ettiğini, astronot giysileri, askeri ve sportif kullanım için de geliştirme çalışması yapıldığını ifade eden Erol, "Bu teknoloji yakın gelecekte kış giysilerinde önemli değişiklikleri beraberinde getirecek. Örneğin pille çalışan ısı yayan tekstilden yapılmış giysiler, kışın üşüme sorununu ortadan kaldırabilecek. Sistemi farklı yönlerde geliştirme noktasında önerilere açığız. Ayrıca tasarım boyutuyla da tekstil firmalarıyla görüşüyoruz" dedi. Türkiye'nin doğal kaynaklarının bulunmadığı ve ısınma için yüksek miktarda ithal enerji kullandığına da dikkati çeken Çelik, bu buluşun Türkiye'nin enerji faturasını da düşürebileceğini öne sürdü.

BAKAN ÖDÜL VERMİŞTİ

Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın üniversite sanayi işbirliğini canlandırmak için yürüttüğü Sanayi Tezleri Programı tarafından desteklenen proje, geçen yıl "En İyi Sanayi Tezi Projesi" seçilmişti.

Kaynak: Haberturk
Haber İçin: Tıklayınız

Tofaş Doğan

DOĞAN, TOFAŞ'ın ürettiği modelidir. Arabanın tarihi Fiat'a dayanır. Türk markası olan TOFAŞ şasiyi satın alıp biraz modifiye yaparak 1978-2002 yılları arası TOFAŞ tarafından üretilip Türkiye'de satıldı. Tofaş Doğan Tofaş tarafından 2002 yılına kadar üretilen Türk otomobilidir. Station wagon olan Kartal modelinin sedanı, Şahin'in üst donanımlı modelidir. Murat 131'in devamıdır.Tofaş Doğan'ın ilk modellerinde; elektirikli cam, far fıskiyesi gibi parçalar yoktu; ama diğer modellerde bu parçalar da eklenerek otomobil daha iyi bir hale geldi. Ülkemizde üretimi bitmiş olan Doğan'nın sadece 1.6 litre, 4 silindirlik motor seçeneği vardır. 4 değişik modeli vardır.

Üretim

Türkiye'de 1978-2012 yıӀӀarı arasında üretiӀmiştir.

Motorlar

  • Güç: 80/5500 dev/dk (PS/DIN)
  • Ağırlık: 950 kg
  • Azami Hız: 170 km/h
  • Silindir Hacmi: 1.581 cc
  • Bagaj Kapasitesi: 460 lt
  • Lastik Boyutları: 185/70/R14
  • Yakıt Kapasitesi: 50 lt
  • 0-100 Hızlanma: 13,1 sn
  • 4 silindir 8 subaplı OHC motor

Versiyonları

  • Tofaş Doğan S
• Tofaş Doğan L • Tofaş Doğan SL • Tofaş Doğan SLX • Tofaş Doğan 1.6 İ.E. • Tofaş Doğan SLX 1.6 İ.E.

Tofaş Kartal

Tofaş Kartal Tofaş tarafından 2003 yılına kadar üretilen Türk otomobilidir. "Sedan" olan Şahin ile Doğan'ın "Station wagon" versiyonudur. Murat 131'in devamıdır. Piyasaya ilk çıktığında "Murat 131 Kartal" olarak lanse edilmiş, daha sonraları bagaj bölümü yükseltilerek adından Murat 131 ibaresi çıkarılmıştır.
Kartal'ın şasi kalıbı 1978'lerde İtalya'daki Fiat Regata adlı araçta kullanılıyordu. Bu aracın üretimi bittikten sonra Tofaş bu şasiyi satın aldı, şasinin üzerinde biraz modifikasyon yaptı ve Türkiye'de Kuş serisi olarak adlandırılan "Şahin", "Doğan" ve "Kartal" olarak satışa sundu. Kuş serisinin en küçük üyesi olan Serçe Murat 124'ün geliştirilmiş versiyonudur.
Tofaş Kartal'ın ilk modellerinde; elektirikli cam, far fıskiyesi gibi parçalar yoktu ama sonraki modellerde bu parçalar da eklenerek otomobil daha iyi bir hale geldi. Türkiye'de üretimi bitmiş olan Kartal'ın sadece 1.6 silindirlik ve enjeksiyonlu motor seçeneği vardır. Ucuz bir otomobil olsa da gayet uzun ömürlü ve yedek parçaları bol olarak bulunan bir araçtır. Kolayca modifiye edilip, şekilden şekle sokulabilen ilginç bir otomobildir. 6 değişik modeli vardır.

Versiyonları

  • Murat 131 Kartal
  • Tofaş Kartal
  • Tofaş Kartal L (ön camlar elektrikli, merkezi kilit, farklı döşeme, bir kısmı klimalı üretilmiştir)
  • Tofaş Kartal SL (tempra motorlu versiyon)
  • Tofaş Kartal SLX (hidrolik direksiyon, alaşım jantlar, bir kısmı klimalı üretilmiştir)
  • Tofaş Kartal S (slx altyapısı sl donanımı ucuz versiyon)
  • Tofaş Kartal 1.6 ie. (enjeksiyonlu motor, bir kısmı klimalı üretilmiştir)

Model Özellikleri

  • Kartal başlangıç modelinde katalizörlü motor kullanılıyordu. (OHV) (pushrod) bloktan eksantrikli karbüratörlü motor bulunuyordu. 62 hp Elektrikli cam ve klima gibi özellikleri yoktu.
  • Kartal L (lüks) kartalın ilk lüks modelidir. 90-91 yılları arsında üretildi; farklı döşeme ve elektirikli ön camlar ve orta konsol ilk bu modelde idi.
  • Kartal S (süper) modelinde ise üstten eksantrikli karbüratörlü motor ve elektrikli camlar bulunmaktaydı.
  • Kartal SL (süper lüks) modelinde süper modeline göre ekstradan far fiskiyesi vardı.
  • Kartal SLX (süper lüks extra) modeli 1993-1999 arasında üretidi karbüratörlü üstten eksantrikli motor, elektrikli ön camlar,standarttı 74 hp (DIN) güç üretiyordu.
  • Kartal 1.6 İE modeli 1998-2001 arası üretildi. 80 hp (DIN) güç üretiyordu ve (ECU) Elektronik control Ünitesi'ne sahip (distribütörsüz) tek nokta enjeksiyon sistemlidir. 8 valfdir. Silindir başı enjeksiyon yoktur. Enjeksiyon karbüratör içerisine yapılmaktadır.

Steam Nedir?

4784_oyunlar_ve_portallar_steam_rekoruValve Corporation tarafından tasarlanan bir dijital dağıtım platformu olan Steam, Ekim 2010 itibariyle 300 milyon kullanıcı hesabı bulunmaktadır. Steam, oyunları inceleyebildiğiniz ve satın alabildiğiniz, co-op oyunlar için size altyapı sunan bir oyun sağlayıcısıdır. Bu dönemlerde popülerliği oldukça arttığı için bir çok oyun firması oyunlarını bu platformdan satmayı tercih ediyor. 28 Eylül 2012′den itibaren tam 2000 oyuna Steam üzerinden erişmek mümkün.
Düşük fiyata yüksek eğlence
Kutu içerisinde satılan oyunlara nazaran daha uygun fiyatlara sahip olan dijital oyunların maliyeti de daha az oluyor. Oyunu herhangi bir teknoloji mağazasından almaya kalktığımız zaman, oyunun fiyatının yanında bir çok aracı firmanın eklediği karları da ödemiş oluyoruz. Fakat Steam gibi platformlar da herhangi somut bir mağaza olmaması, maliyeti oldukça düşürüyor ve buda oyunların fiyatlarını biz oyun severler için olumlu etkiliyor. Bazı günler Steam de büyük indirimler geçekleşebiliyor. Örnek vermek gerekirse 50$’’lık bir oyunu 9.99$’’a bulmanız mümkün olabiliyor.
Çoklu platformda çoklu mutluluk
4784_steam_trading_cards_02
Steam’in en büyük özelliği oyunlarda sunduğu çoklu platform desteği. Windows’un yanı sıra Mac ve Linux platformlarına da oyun desteği sunmakta. Satın aldığınız bir oyun diğer platformları destekliyorsa bu oyunu diğer bilgisayarlarda da oynama fırsatı bulmuş oluyorsunuz.
Bir kaç tık ile oyunlarınızı yedekleyin
Steam’in bize sunduğu özelliklerinden bir tanesi de, oyunlarımızı yedekleme imkanı. Yeni bir bilgisayar aldınız ve oynadığınız oyundaki verileri bu yeni bilgisayarınıza taşımak için onlarca GB’’lık dosyaları Steam üzerinden indirmeniz gerekecek. İşte bunun yerine Steam üzerinden harici veya dahili bir yedek alabilirsiniz. Yedekleme işlemi sırasındaki bölümlendirme işlemini program kendiliğinde gerçekleştirmekte. Bir kaç tık ile oyunlarınızı yedekleyebiliyorsunuz.
Steam ile bulutlara yükselin
Steam’in son özelliği de bulut desteği. Şöyle bir senaryo hayal edelim: Yeni bir bilgisayar satın aldınız ve Steam’’i bu bilgisayara kurdunuz. Eski bilgisayarınız da oynarken oyun içinde bir çok puan, madalya vb. ödüller kazandınız. Peki bu ödülleri yeni bilgisayarınıza nasıl aktaracağız, tabi ki de Steam’’in bulut desteği sayesinde. Bu bulut desteği sayesinde tüm kayıtlarımız buluta atılıyor ve olduğu gibi korunuyor. Hangi bilgisayar olursa olsun, Steam ile oyunlarınıza kaldığınız yerden devam edebileceksiniz.
Kaynak : http://www.bilgiustam.com/steam/

Teknolojinin Sağlık İçin Kullanımı

4772_yapay_retinaHastaların hayatını kolaylaştırma potansiyeline sahip çözümler sunan teknolojinin kullanımı, sağlık sektöründe gittikçe artıyor. Son yıllarda ortaya çıkan sağlık ile ilgili uygulamalar, teknolojinin bu alanı nasıl etkilediğinin bir göstergesidir. Bu makale teknolojinin daha iyi tıbbi bakım sunmaya yardımcı olabileceği, farklı yollar hakkında bilgi vermektedir.
Bugünün dijital çağında teknoloji, insan hayatının hemen hemen bütün alanlarını kuşatmıştır.Sağlık sektöründe de hizmet verimliliği ve tanı güvenilirliğini artırmak için teknolojinin büyük bir önemi var. İnternet daha önce sıradan insanlar için kolayca erişilebilir olmayan bilgiler için yeni bir depo açtı. Bugün insanlar, sağlık sorunlarının ve sağlık sorunlarını önleyici tedbirlerin daha fazla farkındalar. Bu uygulamalar bilginin kullanılabilirliğinin kolaylığı nedeniyle, tıbbi tedavi ile ilgili karar verme sürecinde doktorların yanı sıra hastalara da yardımcı olmaktadır.
Sağlık İçin Teknolojinin Kullanımı:
4772_app
Teknoloji modern toplumun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. İnsan yaşamının kalitesini artırmak için potansiyele sahiptir. Sağlık sektöründe kullanılan yeni teknolojiler, sağlık uygulayıcılarının hastalara daha iyi tedavi ve bakım sağlamalarını kolaylaştırır. İşte teknolojinin kaliteli sağlık hizmeti sunmaya yardımcı olabileceği bazı yollar;
Sarılınabilir Robotik Ayı:
Bu uygulama hem hastaya arkadaş olur, hem de bakım personeli için hastanın davranış verilerini sağlayan bir cihaz gibi kullanılır. Hemşirelik personeline sağlanan bilgiler, hastanın iyi bakılmasını sağlar. Bu tür robotik sistemlerin çoğu, genellikle çocuk hastanelerinde kullanılır. Hastaneye başvurulduğu zaman çocuklar genellikle kaygı ve huzursuzluk içindedir. Sarılınabilir ayı gibi robotların kullanımı bu tür durumlarda devreye girer. Böylece robotlar yalnızca hasta ile ilgili veri toplamada yardımcı değil, aynı zamanda yalnız ve ebeveynlerinden ayrılmış olan çocuklara en çok ihtiyaç duydukları duygusal desteği sağlar.
4772_teddy-bear-robotYapay Retina Teknolojisi:
“Argus II Retinal Protez Sistemi” Second Sight adlı bir şirket tarafından geliştirilmiştir. Bu teknoloji ayrıca biyonik göz olarak da bilinir. “Argus II Retinal Protezler Sistemi”, bir video kamera ile donatılmıştır. Minyatür video kamera bir mikro elektrot dizisi vasıtası ile hastanın gözlerindeki hasarlı retinaya bağlanır. Düzeneğin diğer parçaları bir çift gözlük üzerine takılmış bir verici, yapay retina ve bir video işleme ünitesi (VDU) ‘dir. Bu sistem ileri retinitis pigmentosa olan hastaların tedavisi için geliştirilmiştir. Hareketleri ve görüntüleri algılama yeteneği, bu teknolojinin yardımı ile geliştirilebilir.
Sağlık ve Spor İçin Akıllı Telefon Uygulamaları:
Cep telefonları hastaların sağlık alanında bilgi ve hizmet çeşitlerine kolayca erişebilmeleri için, önemli bir role sahiptir. Mobil uygulamaların faydalarından biri de, doktorlar ve hastalar arasında daha iyi bir iletişim sağlamasıdır. Ayrıca sağlık profesyonelleri ve hastalar için randevu istekleri, sağlık bilgilerine erişim, tıbbi kayıtların dokümantasyonu ve karar verme gibi mevzuları kolaylaştırır. 2018 yılına kadar mobil sağlık teknoloji pazarının 8 milyar dolara genişlemesi beklenmektedir. Sağlık alanında faydalı mobil uygulamalardan bazıları şunlardır;
4772_mobile-health-apps
-Jim Siyah, Melbourne Üniversitesi Avustralya’da Doçent, ve yandaşları sağlık çalışanları için çok faydalı akıllı telefon uygulamaları geliştirdiler. Ancak bunların aralarından en önemlilerinden biri oksimetredir. Oksimetre kırmızı kan hücrelerinin oksijen içeriğini ölçmek için kullanılabilir. Bu cihaz vücuttan geçen kızılötesi dalgaların emilimini ölçmeyi sağlar yani bir anlamda kırmızı kan hücrelerindeki oksijen miktarını ölçmeyi sağlar. Tanı araçlarının kullanılamaması nedeniyle yanlış tanı ve yanlış tedavi, Afrika’da zatüreye bağlı ölümlerin arkasındaki temel nedendir. Oksimetre zatüre ve diğer sağlık sorunlarının tanı ve tedavisi için Mozambik’te bulunan sağlık çalışanlarının ihtiyaçları göz önüne alınarak geliştirilmiştir. Bu cihazın kolay kullanılabilirliği göz önüne alındığında, diğer az gelişmiş ülkeler ve uzak alanlarda kullanılabilir.
-Mobil ve tablet uygulamaları hastaların yaşayacakları tıbbi prosedürü anlamalarında ve merak ettiklerine cevap bulmalarında yardımcı olabilir. Ayrıca doktorlar hastaların merak ettikleri şeyleri görsel bir ortam aracılığıyla açıklamayı çok daha kolay bulabilirler. “drawMD”, “iPad”için geliştirilmiş bir uygulamadır. Bu uygulama ile görseller oluşturmak üzere serbest skeçler çizebilirsiniz. Ayrıca arka plan için bir çok anatomi görüntüleri sunuyor. Bu resimler bir çok farklı hastalıklar ve tıbbi koşulların daha iyi bir anlaşılması için kullanılabilir. Ayrıca bu uygulamayı kullanarak resimleri kaydedebilir ve e-posta yoluyla istenen kişiye gönderebilirsiniz.
-Doktorlar günlük hasta turları sırasında bazı hasta bilgilerini kaydeder. Mobile tabanlı uygulamalar bu bilgilerin kayıt edilmesini kolaylaştırır. Tur sırasında toplanan bilgiler tek tek yazmak yerine sadece telefona girilebilir. Böylece uygulama oldukça zaman tasarrufu sağlar.
-Hastaların doktorlar tarafından verilen talimatları kolaylıkla hatırlayamadıkları tespit edilmiştir. Bu gibi durumlarda mobil uygulamalar doktorun talimatları sürecinde hastalara yardımcı olabilir. İyileşme sürecinde hastalara gerekli olan veriler mobil uygulamalar ile sağlanabilir. İlaç hatırlatma uygulamaları hasta tarafından alınan hap sayısının takibinde oldukça faydalıdır.
-’Pumping Weight’ uygulaması basitçe kilo verme eğitimini sağlayan bir uygulamadır. Uygulama kullanıcılara bir hafta sürecek bir program sunmaktadır. Egzersiz yoluyla kazanılan gücün ayrıntıları, grafikler ile kullanıcıya sunulmaktadır.
-StrongLifts 5×5 güç eğitimi için popüler uygulamalardan biridir.
Kaynakça:
http://www.buzzle.com/articles/ways-to-use-technology-for-better-health.html

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *