Atıf/Cite (APA): Aydın, Ö. (2020). Bilim ve Bilim Felsefesi Üzerine Bir Çalışma. Dr. Omer Aydın personal blogspot page. https://dromeraydin.blogspot.com/2020/09/bilim-ve-bilim-felsefesi-uzerine-bir.html
Bilim ve Bilim Felsefesi Üzerine Bir Çalışma
Ömer AYDIN*
Özet
Bu makalede, bilim ve ahlak arasındaki ilişki incelenmiş ve bilimsel gelişmelerin insan özgürlüğü ve mutluluğu üzerindeki etkileri tartışılmıştır. Bilimin insan yaşamını iyileştirme amacıyla sunduğu olanaklar ile beraber getirdiği potansiyel riskler ve etik sorunlar ele alınmıştır. İletişim teknolojileri gibi bilimsel ilerlemelerin toplumda nasıl değişikliklere neden olduğu ve insanlar arasındaki ilişkileri nasıl etkilediği vurgulanmıştır. Bilim ile ahlak arasındaki denge ve uyumun önemi vurgulanarak, bilimin toplumsal değerlere ve insan haklarına saygı göstererek kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Bu şekilde, bilim ve ahlak arasındaki ilişki, insanlığın daha iyi bir geleceği için uyumlu bir şekilde işleyebilir.
Anahtar Kelimeler: İnsan, bilim, bilim felsefesi, ahlak, mutluluk
A Study on Science and Philosophy of Science
Abstract
This article examines the relationship between science and morality and discusses the effects of scientific developments on human freedom and happiness. The opportunities that science offers to improve human life and the potential risks and ethical issues it brings are discussed. It is emphasized how scientific advances such as communication technologies cause changes in society and affect the relationships between people. The importance of balance and harmony between science and morality was emphasized and stated that science should be used by respecting social values and human rights. In this way, the relationship between science and morality can function harmoniously for a better future for humanity.
Keywords: Human, science, philosophy of science, morality, happiness
1. BİLİM VE BİLİM FELSEFESİ
İnsanlık 40 bin yıl önce günümüzde sahip olduğu fiziksel melekelerine, 9 bin yıl önce ise uygar denebilecek çağa ulaşabilmiştir. Bu süreçlerin temelinde insanlığın yerleşik hayata geçmesi yatmaktadır. Zorlu doğa şartları ve günlük yaşamındaki zorluklar ile başa çıkma çabası insanlığın yaşam serüvenini oluşturmaktadır. Tüm bu süreçteki çabaların aracı olarak karşımıza çıkan bilim, 40 bin yıl öncesinden başlayarak kökleri ilkel insan topluluklarına kadar ulaşan bir olgudur [1].
Tarihsel olarak ele alındığında bilimsel etkinlikler günümüz bilgilerimize dayanarak M.Ö. 2000 yıllarında Çin ve Hint topraklarında başlamıştır. Bu etkinlikleri Mezopotamya bölgesindeki topluluklar ve Mısırlılar devam ettirmişlerdir. Bu dönemdeki bilim etkinlikleri genel olarak günlük insani ihtiyaçları ortaya koyma ve bunlara çözümler oluşturma şeklinde gerçekleşmiştir. Buna en büyük örnek tıp alanında önemli gelişmeler kat etmiş dönemin Mısır uygarlığı verilebilir. Dini inanışlarının gereği olarak mumyalama işlemleri sırasında insan organlarını çıkarıp inceleme fırsatı bulmuşlar ve mumyalama süreçlerinde birçok bilimsel veriyi keşfetmişlerdir. Görüldüğü gibi bu dönemdeki bilimsel olarak nitelendirilebilecek etkinlikler genel anlamda pratik bilgilerden elde edilmiştir. Teorik olarak bilim (bilimin sadece öğrenme ve bilme isteğiyle ortaya koyulması ) ilk defa Yunan medeniyeti döneminde yapılmaya başlanmıştır.
Bilimsel etkinliklerin ve buluşların olağanüstü gelişme gösterdiği 19. ve 20. yüzyılla birlikte bilime olan ilgi büyük ölçüde artmıştır. Bu ilgi ile birlikte bilimin kapsamı konusunda düşünülmeye başlanmıştır. Bu kapsama neyin girdiği ve neyin bilim olup olmadığı sorgulanmaya başlanmıştır. Buda bilimin felsefe konusuna dâhil olması anlamına geliyordu. Bu şekilde günümüze kadar felsefe ve bilim karşılıklı olarak iletişim halinde olmuşlardır.
Tarih içinde bilimi anlamak için farklı yaklaşımlar benimsenmiştir. Bunların en önemlileri bilimi bir ürün olarak gören yaklaşımla bilimi bir etkinlik olarak anlayan yaklaşımdır.
1.1 Ürün olarak bilim
Bilimi bir ürün olarak düşünen ve ortaya koyan görüş, bilim ile bilimsel kuramları insanın yaratıcı çalışmaları sonucu ortaya çıkan bir ürün olarak tanımlar. Başka bir ifade ile Mantıkçı pozitivizm olarak bilinen bu görüşe göre bilim, çeşitli bilimsel yöntemleri kullanarak ortaya koyulan kuram ve yasalardan oluşmuş nesnel, kesin ve zaman içinde birikerek ilerleyen ve gelişen bir bilgi yığınıdır. Çeşitli bilimsel metotlar ve insanın yaratıcılığını kullanarak ürettiği bilgiler bilimin ürünleridir. Ürün olarak üretilen bu bilgiler kümesini incelemek bilimi anlamanın en temel yoludur. Bu yaklaşımda bir ürün olarak tanımlanan bilimin yapısı, yöntemi ve dili açıklanmaya çalışılır. Bir grup bilim insanı ve filozof, 1920’li yıllarda Viyana’da bir araya geliyordu ve bu yaklaşım bu toplantılara geliştirildi. Hans Reichenbach (Hans Rayhınbah, 1891-1953), Rudolph Carnap (Rudolf Karnap, 1891-1970) ve Carl Gustav Hempel (Karl GustavHempel, 1905-...) bu düşünürlerin en ünlüleridir. Bu düşünürlerin oluşturduğu grup “Viyana Çevresi” olarak anılıyordu. Bu grubun yaklaşımı mantıkçı pozitivizm idi. Mantıkçı pozitivizm yaklaşımına göre öncelikle bir bilimsellik kıstası ortaya koyulur, daha sonra bu kıstasa dayanılarak felsefe ve bilim metafizik önerme ve kabullerden arındırılmaya çalışılır. Doğrulanabilirlik ve anlamlılık bu kıstaslardan ikisidir [2].
1.2 Etkinlik olarak bilim
Bu yaklaşım, bilim adamlarının yapmış olduğu çalışmaların bir süreci olarak tanımlar. Bilim insanları bilimi anlamak ve anlamlandırmak için şu sorulara cevaplar ararlar:
Bilim insanı bilimi nasıl yaratır?
Bilimsel topluluğun içinde yaşadığı kültürel ve sosyolojik özellikler bilim üzerinde etkili midir?
Bu yaklaşımı benimseyen önemli düşünürler Thomas Kuhn ve J. Toulmin’dir.
Thomas Kuhn bilimin ilerleme sürecini dört aşamada ele alır. Bunlar:
· Bilim öncesi dönem:
Bu dönem bilimlerin hazırlık dönemi olarak adlandırılabilir. Farklı bilim insanlarının farklı bakış açışları, olguları ve usulleri vardır. Fakat süreç içerisinde bir bilim insanının teorisi daha önde yer alır.Başka bir deyişle diğer bilim insanları içinde olguları tanımlama yetisi en güçlü olan ve araştırmalara yüksek düzeyde izin veren bir usul veya hipotez kendini kanıtlayarak, kabul görür.
· Olağan bilim dönemi:
Birinci madde bahsedilen ve kabul gören bu yeni çerçeveyi Kuhn, değerler dizisi (paradigma) olarak adlandırmaktadır. Paradigma, “belirli bir gerçekliğin ortak terimlerle algılanışını sağlayan kavramsal çerçevedir.”
· Bunalımlar dönemi:
Zaman içinde paradigma tarafından çözüm üretilemeyen sorunlarla karşı karşıya kalınır. Bu sorunların ilk dönemlerinde bu sorunlar göz ardı edilir. Fakat süre ilerledikçe paradigma ile uyuşmazlıklar uygunsuz ve anormal durumlar ortaya çıkar ve bu durum paradigmaya olan güveni yıkar. Bundan sonra yeni arayışlar ve eskiyle karşıtlıklar başlar. Arayış ve çatışma başlar. Bu süreç içindeçoğunlukla genç ve yaratıcı bilim insanları tarafından yeni bir teori ile bilimsel devrim başlatılır.
· Devrim dönemi:
Yeni paradigma devrim vasıtası ile oluşur. Buradan da anlaşılacağı gibi bilim sürekli eskinin yeniye katılarak gittiği doğrusal bir gelişme göstermez ve değişimler, sıçramalar içerir.
J. Toulmin bilimi toplumsal ve tarihsel açıdan ele almakla birlikte, evrimci bir yapısı olduğunu düşünür. Bilimde, mevcut sorunları çözebilen, gelişen yeni koşullarda gelecekte ortaya çıkacak yeni problemleri ikame kuramlara göre daha iyi çözebilen kuramlar ayakta kalır. Buradan anlaşılacağı üzere bir kuramın doğruluğu, gerçekliğe uygunluk değil, eskiden beri birikerek gelen sorunları çözebilme kapasitesi ile ölçülmektedir [3].
2. AHLÂK VE AHLÂK FELSEFESİ
Ahlak felsefesi, insanın eylemlerini ve bu eylemlerin temelini inceleyen bir felsefe alanıdır. Bu bağlamda, ahlak felsefesi, ahlaki ilkeleri, "iyi" ve "kötü" kavramlarını ve ahlaki davranışın anlamını tartışır. Ahlaki davranışın özünü ve temellerini araştırır ve insanın eylemlerinde özgür olup olmadığını sorgular. Hangi eylemlerin ahlaki olarak kabul edilebileceğini ve bunun için belirli ölçütlerin neler olduğunu inceler. Genel anlamda, ahlak felsefesi, ahlaki yaşamı sistematik bir şekilde düşünme ve araştırmadır. Her bilim dalının kendine özgü terimleri olduğu gibi, ahlak felsefesinin de "iyi", "kötü", "özgürlük", "erdem", "sorumluluk", "vicdan", "ahlaki yasa", "ahlaki karar" ve "ahlaki eylem" gibi belirli kavramları vardır. [4]
3. BİLİM VE AHLÂK
Modern bilimler, insanın fiziki evrenini daha önceden tanımlanmış yöntem ve ölçütlerle (sistemli ve tekrar eden gözlem, istatistik, analiz, sentez, gözlem vb. ) anlamaya çalışmak, tanımak, keşfetmek ve ondan kendisi veya toplum için fayda üretme çabasıdır.
Ahlak, toplumsal bir olgu olarak kabul edilir ve insanlık tarihinde ilk insanla birlikte var olmuştur. Bu bakımdan, tüm toplumlar ve modern bilimden önce mevcut olmuştur. Bergson'un perspektifinden bakıldığında, çeşitli küçük birimlerin (aile, meslek, millet vb.) etrafında topluluklar oluşmuştur. Bu küçük toplulukların kurallarına uymak, asıl topluluğun kurallarına uymak anlamına gelir. Toplumda sonsuz sayıda sorumluluk bulunmaktadır. Bu sorumluluklardan herhangi birini yerine getirmemek mümkündür; ancak diğerlerinin baskısı ve yükü hissedilir ve sonunda yerine getirilmek zorunda kalınır. Birey toplumda bir görev üstlenmeye ve bir şey yapmaya zorlanır, buna "vazife" denir. Kısacası, ahlak, sorumluluktan kaynaklanmaktadır. Bu sorumlulukların bireyler tarafından hissedilmesine de "vazife" denir.
Bu nedenle, tüm toplum yaşamı ahlaki bir temel üzerine kuruludur. Ayrıca, ahlak ve etik arasındaki farkları da belirtmek önemlidir. Latince'de "etik" kelimesi, Yunanca "athikos" kelimesinden türetilmiş olup Batı literatüründe ahlak bilimi veya davranışları yönetme sanatı anlamında kullanılır. Dolayısıyla, "etik" kavramı, çeşitli ahlaki sorunları evrensel ahlaki değerler ışığında ancak sistemli bir şekilde incelemek için başvurulan bir terimdir.
4. BİLİM, ÖZGÜRLÜK VE MUTLULUK
Bilim, geçmişten günümüze geçen uzun sürede insan yaşamını kolaylaştırmak istemiş ve daha iyi bir yaşam seviyesine ulaşmanın yolu olmaya çalışmıştır. İnsanlar doğaları gereği merak duygularının dürtüleri ile hareket etmiş ve bilimsel araştırmalar bu nedenlerle ortaya çıkmıştır. Bu bilimsel çalışmalar zaman içinde çeşitli sonuçlar üretmiş ve bu üretilen sonuçlar üzerine yeni bilimsel araştırmalar yapılmıştır. Bilim bu şekilde devamlı ilerleme ve gelişme göstermiştir. Tüm bu gelişmeler en başta insanların merak dürtüleri ile doğmuş olsa da topluma ve bireylere faydalı olma amacı gütmektedir. Bazı bilim insanları bunun aksini düşünse de çoğu bilim insanı bilimi toplumun faydasına olacak şekilde kullanmak istemiş ve bu yönde çalışmalar yürütmüştür. Tam bu noktaoda bazı çelişkiler ortaya çıkmıştır. Çünkü bilim insanı da neticede bir insandır ve aidiyet hissettiği bazı değerler vardır. Bu nedenle içinde bulunduğu toplum için yaptığı bilimsel araştırmaların sonuçları kendi toplumu veya belli bir zümre için faydalı sonuçlar doğururken başka bir toplum veya zümre için faydasız veya zararlı sonuçlar üretebilmiştir. Burada bilimin tüm insanlığın faydasını gözetmesi gerekir gibi bir kanıya varabiliriz fakat bu da kanımca imkânsızdır. Çünkü tüm insanlar için faydalı veya gerekli bir şey olamaz. Örneğin bilim bir hastalığın çaresini bulmuş olabilir fakat kişi yine de kendisi bu hastalığa karşı tedaviyi reddebilir. Bu onun en temel hakkıdır. Bir başka deyişle insanlar kendilerini ilgilendiren kararlarda özgür olmalıdırlar. Bu temelde tekrar değerlendirecek olursak genel geçer bir doğruya varmak imkânsızdır. Genel geçer doğru veya fayda yerine toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul görmüş doğru, yanlış, fayda ve zarar gibi değerlere ulaşılabilir. Bu durumda bilimin tamamen toplumun faydasına veya zararına olması diye bir şey pratikte imkânsızdır. Toplumların ve bireylerin yaşam standartları, hayata bakışları, değer yargıları, dini inanışları farklı olduğuna göre bilimin bu alandaki tüm bireyleri kapsayacak bir sonuca ulaşması da mümkün olmamaktadır. Buda birçok sorunu doğurmaktadır.
Tüm yukarıda bahsedilenleri göz önünde bulundurduğumuzda bilim insanlık için faydalı mıdır yoksa sonuç olarak zararlımı olmuştur bu bir belirsizliktir. Bilimin temel uğraşı insan ve insanın maddi, manevi dünyasıdır diyebiliriz. Bilim insan için insanın yaşadığı çevreyi veya manevi değerlerinin inceler bu konularda araştırmalar yaparak sonuçlara ulaşmaya çalışır. Burada insanı daha özgür ve mutlu kılmak temel amaçtır. Mutluluk ve özgürlük ise yine kişiye göre değişmektedir. Bu nedenle daha önceki bölümde de belirttiğim gibi mutlak bir sonuca ulaşmak imkânsız hale gelmektedir. Bazı felsefeciler ve bilim insanları genel geçer bir özgürlük ve mutluluk düzeyine ulaşılabileceğini savunmaktadırlar. Bir bilimsel ürün üzerinden bu konuyu örnekleyelim. Bundan 200 yıl önce insanlar iletişim kurmak için ancak yüz yüze gelebiliyorlardı. Geçen süre zarfında telgraf, telefon, televizyon ve internet gibi bilimsel gelişmeler ile iletişim ağı genişlemiş anlık olarak dünyanın başka bir noktasındaki insanlar görüntülü görüşme imkânı doğmuştur. Burada insanların özgürlükleri ve mutluluk düzeyleri artmıştır diye bir bakış açısı geliştirebiliriz. Bunun gibi birçok bilimsel gelişme ile insan yaşamı kolaylaşmış, özgürleşmiş ve insanlar daha mutlu bir yaşam sürüyor diyebiliriz fakat ben bunun tam tersini düşünüyorum. Bilim insana yeni özgürlükler, yeni mutluluklar getirirken aynı zamanda beraberinde yeni sorunlar, yeni yasaklar ve üzüntüler getirebilmektedir. İnsanın faydasına üretilmeye çalışılan birçok ürün sonuçta faydaları ile birlikte zararları ile insanlığın kullanımına açılmış olmaktadır. Bilim bir kısır döngü gibi devamlı sorunlara çözümler üretmekte ve üretilen çözümlerle birlikte çözülmemiş yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Sorunlar, bilim tarafından oluşturulan çözümler neticesinde yeni açılan ve çözüm bekleyen problemler olmak yerine temelde çözümün kendisinin doğurduğu sorunlar olmaktadır. İletişim örneğine dönecek olursak, cep telefonları ve internet gibi araçlarla iletişim alanındaki özgürlük artarken, insanlar arasındaki fiziksel bağlar kopmakta toplum birbirine yabancılaşmaktadır. Aynı şekilde bu bilimsel gelişme ile birçok sağlık problemi ile yüz yüze kalmaktadır. İşte bilimin doğayı değiştirmeye ve insana uyarlamaya çalışması aslında insanın doğa içinde sağlıklı ve olması gereken gibi yaşamasını engelleyen maddenin temeline aykırı bir işlemdir. Doğayı değiştirmek onu insan faydası için kurgulamak temelde insanı değiştirmek demektir. İnsan ise değişime açıktır fakat bilimin getirdikleri doğanın kalıtsallığına aykırı sonuçlar ürettiğinden insanların mutluluk ve özgürlük alanları göreceli artmış gibi görünse de tam tersine ilkel toplumlara göre azalmıştır.
Bilim insan, toplum ve uygarlık için faydalı çözümler üretmek amacı ile yapılsa dahi gelinen noktada görülmektedir ki bilim kısır bir döngü içinde ilerlemektedir. Özgürlük alanını genişlettiği, mutluluk düzeyini arttırdığını düşündüğümüz anda yeni yasaklar, engeller, problemler ve mutsuzluklar önümüze çıkmaktadır.
5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER
Bu makalede bilim ve ahlak arasındaki ilişki üzerinde derinlemesine bir analiz yapıldı. Bilimin insan yaşamını kolaylaştırma ve daha iyi bir yaşam seviyesi sunma amacıyla nasıl hizmet ettiği, ancak aynı zamanda bu çabaların insanlık için olası zararları ve etik sorunları da ele alındı.
Makalede incelenen bilimsel gelişmelerin insan özgürlüğü ve mutluluğu üzerindeki etkileri tartışıldı. İletişim teknolojileri gibi bilimsel ilerlemelerin insanlar arasındaki bağları nasıl etkilediği ve toplumda nasıl değişikliklere neden olduğu vurgulandı. Bu bağlamda, bilimin getirdiği yeni olanaklar ve özgürlüklerle birlikte ortaya çıkan yeni sorunlar ve endişeler göz önüne serildi.
Bilim ile ahlak arasındaki ilişkinin karmaşıklığı ve sürekli değişen doğası üzerinde duruldu. Bilimin insanlık için faydalı olup olmadığı sorusu, kesin bir cevaba ulaşmanın zorluğunu gösterdi. Bilimin insan yaşamını iyileştirmeye yönelik çabalarına rağmen, bazen istenmeyen sonuçlar doğurabileceği ve insanların mutluluğu ve özgürlüğü üzerinde karmaşık etkilere sahip olabileceği belirtildi.
Sonuç olarak, bilim ile ahlak arasındaki dengeyi sağlamanın önemi vurgulandı. Bilim, insanlık için önemli bir araç olmasına rağmen, toplumsal değerlere ve insanın doğasına saygı göstererek kullanılmalıdır. Bu dengeyi sağlamak için, bilimin insanlık için faydalı olabileceği kadar toplumsal etik değerlere ve insan haklarına zarar vermeyecek şekilde yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu şekilde, bilim ve ahlak arasındaki ilişki, insanlığın daha iyi bir geleceği için uyumlu bir şekilde işleyebilir.
KAYNAKLAR
[1] http://msgslfelsefe.blogcu.com/bilim-felsefesine-giris/9287186
[2] Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 3. Sınıf "Çağdaş Felsefe Tarihi" Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı
[3] http://www.odtugvo.k12.tr/diger/webue/dersler/felsefe_grubu/Felsefe/Felsefe_Ck/28_Bilim_Felsefesi_Bilime_farkli_yaklasimlar.pdf
[4]http://www.dersimiz.com/ders_notlari/Ahlak-Felsefesi-Etik-oku-21673.html#.VQmxdOGULGw
[5] Bergson, H/1986) – Ahlâk ile Dinin İki Kaynağı (LesDeuxSources de la Morale et de la Religion, 1932; çeviren: Mehmet Karasun). MEB Basımevi: İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder